Terk edilmenin dayanılmaz ağırlığı
Kalküta (Hindistan) sokaklarında dolaşırken tanıştığım ve birlikte uzun bir yürüyüş yaptığım Bengalli bir Müslüman, üç çocuğu olduğunu söylemişti.
Konuşma ilerledikçe aslında çocuklarının sayısının yedi olduğunu, ama kızlarını ‘çocuk sayısına’ dahil etmediğini anlamıştım.
Benim sadece bir kızım olduğunu öğrendiğinde yüzünde beliren acıma – küçümseme karışımı ifadeyi unutamıyorum. Onunla bu konuyu tartışmaktan o anda vazgeçmiştim.
Dün Anadolu Ajansı muhabiri Gülsen Solaker’in İslamabad’dan (Pakistan) geçtiği haberi okurken bütün Müslüman coğrafyasında insandan bile sayılmayan milyonlarca kız çocuğun acısı içimi dağladı.
Haber, Pakistan’a kaçmak için yollara dökülen iki milyona yakın Afgan göçmenin, geride kız çocuklarını bıraktıklarını anlatıyordu.
Solaker’in haberi, biz Türkler için inanılmaz gibi görünen bu olayın nedenlerini şöyle açıklıyor: Erkek çocuklar daha değerli sayıldıkları için aileleri onları kaybetmek istemiyor.
Onlar da insan
Savaşın eşiğindeki bir ülkede tek başlarına bırakılmış binlerce kız çocuğu…
Çaresiz bedenlerini açlıktan, hastalıklardan, bombalardan, tecavüzlerden nasıl koruyacaklarını kimsenin bilmediği binlerce küçük kız.
Çelimsiz kolları, ince boyunları, korku ve meraktan büyümüş gözleriyle bir de terk edilmenin dayanılmaz ağırlığı altında ezilecek parçalanmış ruhlar…
Onlar İslam dünyasının bir çok yerinde insan yerine konulmuyorlar.
Arap yarımadasında yanında bir erkek olmadan otomobile binemiyorlar.
Pakistan’da iki erkeğin şahitliği, tecavüze uğrayan bir kadının ‘fuhuş yapmaktan’ cezalandırılmasına yetiyor.
Bu bir ilahi ceza mı?
Birçok İslam ülkesinde toplumsal yaşamın içine karışmaları sadece sıkı sıkıya örtünmeleriyle mümkün. Böylece ‘içlerindeki şeytanın’ erkekleri günaha çağırmasının önüne geçileceği düşünülüyor.
Aile içi şiddet ve tecavüz çoğunun ortak kaderi…
Dünkü yazımda Türkiye’nin bütün bu az gelişmiş Müslüman coğrafyasında bir yeni toplum modeli oluşturabileceğini söylemiştim.
Sadece bu olay bile Türkiye’nin öteki Müslüman ülkelerden nasıl kalın bir çizgiyle ayrıldığını ortaya koyuyor.
Bütün bunları gördükçe Mustafa Kemal ve arkadaşlarının nasıl geniş bir vizyona sahip olduklarını daha iyi anlıyor insan.
Kız çocuklarını geride bırakıp Pakistan’a kaçmaya çalışan Afgan aileleri ile ilgili haberi yazanın bir Müslüman Türk kadını olması tesadüf mü? Yoksa bazılarının hiç beğenmeyip, değiştirmek istedikleri laik Anayasal düzenimiz mi bu inanılmaz farkı yaratan?..
Acaba Tanrı, kadınlarına böyle davrandıkları için mi derin bir sefalet ve azgelişmişlikle cezalandırıyor onları?