Antalya Devrim İlkokulu’ndaki öğretmenim Şevket Gencer, atasözlerinin açıklamalarını yaptığımız kompozisyon ödevlerimizde ilk cümlenin şöyle olmasını isterdi: “Bu atasözü doğrudur…” Ya da şöyle: “Bu atasözü yanlıştır…”
Mesela “Ayağını yorganına göre uzat”ı anlatıyorsak “doğrudur” diye başlardık. “Akarsu pislik tutmaz”ı anlatıyorsak “yanlıştır” diye..
O zamanlar çocuk aklımla bu kadar yanlış sözlerin nasıl olup da “atasözü” kapsamına girdiğine de anlam veremezdim. Madem yanlış, niye atasözü oluyor diye…
Hangisine inanmalı?
Geçen gün bir arkadaşım bana “Birbiriyle çelişen Türk atasözleri” konulu bir metin gönderdi. Önce bunlara bir göz atalım:
Damlaya damlaya göl olur. /
Taşıma suyla değirmen dönmez.
İyi insan lafının üzerine gelir. /
İti an çomağı hazırla.
Bir elin nesi var, iki elin sesi var. /
Nerede çokluk orada (y)okluk.
Fazla mal göz çıkarmaz.
Azcık aşım, dertsiz başım.
Ya da; “Azı karar, çoğu zarar.”
Söz gümüşse sükut altındır. /
Sükut ikrardan gelir.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur. /
İki çıplak bir hamama yakışır.
Düşenin dostu olmaz. /
Dost kara günde belli olur.
Erken kalkan yol alır. /
Acele işe şeytan karışır.
Birlikten kuvvet doğar. /
Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. /
Lafla peynir gemisi yürümez.
Gün ola harman ola. /
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. /
Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma.
İyilik yap, denize at. /
Merhametten maraz doğar.
Güzel olanın huyu da güzel olur. /
Güzel olanı değil, huyu güzel olanı sev.
Akıl akıldan üstündür. /
Aklın yolu birdir.
Zorla güzellik olmaz. /
Zora dağlar dayanmaz.
Anasına bak, kızını al. /
Beş parmağın beşi de bir değil.
Eski dost düşman olmaz. /
Güvenme dostuna, saman doldurur postuna.
Harama el uzatılmaz. /
Üzümünü ye bağını sorma.
Değerler değişti ve…
Örnekler o kadar çok ki, hepsini bir araya getirip bir kitapçık yapmamız bile mümkün olabilir.
Peki neden böyle? Atalarımızın kafaları çok mu karışıktı ki, bir öyle bir böyle konuştular?
İlk bakışta belki bunu “Türk pragmatizmi” ile açıklamak mümkün olabilir. Her durumda kendi özel çıkarlarımıza göre bir çözüm yolu sundukları için bu çelişkileri önemsememiş, günü geldiğinde içlerinden o an için işimize geleni çekip kullanmış olabiliriz.
Belki de bu durum tarihte “çok kültürlü” birçok imparatorluk kurmuş olmamızdan kaynaklanıyor. En sonuncusunun 600 yıldan daha uzun süre ayakta kaldığını, egemenlik alanı içinde Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Pomaklar, Çerkezler, Araplar, Türkler, Kürtler gibi onlarca değişik halkın yaşadığını hatırlayalım.
Benjamin Lee Whorf, gözlemde bulunan kişilerin kullandıkları dil birbirine benzeşmiyorsa bu kişilerin evrenin resmini aynı şekilde algılayamamalarından söz ediyor. Edward Sapir, bir toplumun gerçek dünyasının o toplumun dil alışkanlıkları üzerine kurulduğunu söylüyor. Prof. Dr. Selami Sargut da dildeki farklılaşmaların, bir kültürden diğerine gerçeklerin, değerlerin, davranışların değişmesi sonucu doğurduğuna dikkat çekiyor.
Ya da tarih içinde gelişen ve değişen değerler sistemimizin bir sonucu bu… Atalarımız, tarihin belli bir döneminde doğru kabul ettikleri bir davranış biçiminin tam tersini zaman içinde benimsediler ama “beş parmağın beşi de bir olmadığından” iki davranış kalıbı da toplumda varlığını korudu ve bugünlere kadar da geldi…