MİLLİYET

Başbakan'a bu üslup yakışmıyor

 Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Mekece’deki tren kazasının ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “İstifa edeyim mi?” diye sormuş..
Başbakan’ın yanıtı şu: “Şimdi zamanı değil..”

Dün de aynı soruyu Başbakan’a gazeteciler sordular: “Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?”
Başbakan’ın yanıtı: “Bunu sormak haddiniz değil!.. Haddinizi aşmayın.”
Bu Başbakan’ın ilk “vukuatı” değil.
Önceki gün de Chirac ile baş başa yapılan görüşmede neler konuşulduğunu soran çok tecrübeli bir gazeteciye, Mehmet Ali Birand’a verdiği yanıta bakın: “Siz hareminizi anlatırsanız biz de düşünürüz. Bu da siyasi harem!”
Başbakan’ın gazetecilerle kurduğu bu pek de düzeyli sayılmayacak diyalogların örneklerini artırmam mümkün. Ama korkarım hepsini tekrarlasam yerim yetmeyecek..
Erdoğan, belli ki otoriter bir ortamda yetişmiş olmasının etkilerini üzerinden atamamış.
Kendisini bir ailenin, hareketleri asla sorgulanamayacak “otoriter babası” gibi görüyor ve öyle davranıyor.
Oysa burası bir demokrasi.. Siyasetçilerin, ülkeyi yönetenlerin halka bilgi vermek, yaptıklarının gerekçelerini izah etmek zorunda oldukları bir demokrasi.

Sinirleri zayıflamış
Özgür basının, bir demokrasinin vazgeçilmez unsuru olmasının nedeni de budur.
Gazeteci soru sorar, aldığı yanıtı okuyucusuna yansıtır, halk da olup bitenlerden böyle haberdar olur.
Bunu söylerken siyasetçilerin her soruya yanıt vermek zorunda olduklarını da iddia etmiyorum.
Elbette siyasetçiler, gazetecilerin her sordukları soruya yanıt vermek zorunda değiller.
Ama yanıt vermek istemedikleri soruyu geri çevirmenin de bir usulü ve adabı var ve dünyanın her yerinde bu ilişki böyle sürdürülüyor.
“Bu konuda yorum yapmak istemiyorum” demek, “Görüşme özeldir, açıklamam doğru olmaz” demek, ya da vaktiyle Demirel’in, İnönü’nün yaptıkları gibi soruyu duymazdan gelerek geçiştirmek gibi “genel kabul görmüş seviyeli yöntemler” var.
Bütün bunlar Başbakan’ın sinirlerinin zayıflığı konusunda önemli ipuçları veriyor.
Ya çok yorgun ve dinlenmeye ihtiyacı var ya da bu tür durumlarda nasıl davranması gerektiğini kendisine sık sık hatırlatacak danışmanlara..
Bir kabadayı edasıyla gazetecilerle ağız dalaşına girmek Başbakanlık makamına hiç yakışmıyor!..
İstifa ahlaki bir zorunluluk
Mekece’deki korkunç tren kazasının duyulduğu ilk anlardan itibaren kamuoyunun merak ettiği şeylerden biri de, “hızlı tren” mucitlerinin bu olaydan sonra istifa edip etmeyecekleri..
“Hızlandırılmış tren” denilen uygulamanın, mevcut hatlar, lokomotifler ve vagonların teknik yapıları itibariyle sakıncalı olduğu, Milliyet’in konunun uzmanlarıyla konuşarak yaptığı haberlerle günler öncesinden duyurulmuştu.
Buna rağmen hatada ısrar edildi ve makinistlerin de ihmalleri sonucunda bu talihsiz olay meydana geldi.
Şimdi sorumluların hesap verme zamanıdır..
Devlet Demiryolları (TCDD) Genel Müdür Vekili “Her şey Allah’tan!” kaderciliğine sığınmaya çalışıyor belki ama bu olayda en son sorumlu tutulacak olan da herhalde “kader” olmalı..

Bekleyip göreceğiz
Japon geleneğindeki gibi kimseye “harakiri” yapmasını önermiyorum elbette..
Ama bir parçası olmaya çalıştığımız Batı medeniyetinde böyle bir olaydan sonra başta Ulaştırma Bakanı ve TCDD’nin Genel Müdürü ve konuyla ilgili yardımcıları istifa ederlerdi.
Bakalım Türkiye’de bu kez de işler yine hep alıştığımız şekliyle mi yürüyecek?
Tarih, beceriksiz siyasetçi ve bürokratların yaptıkları hataların sorumluluklarını üstlenip örtbas etmeye çalışanların bunun bedelini çok gecikmeden ödediklerinin örnekleriyle dolu..
Bu olayda istifa, sadece vicdani ve ahlaki bir zorunluluk değildir..
Bu aynı zamanda kazanın nedenleri ile ilgili olarak yürütülecek soruşturmanın selameti için de gereklidir.