Ne zaman hanım arkadaşlarımızdan biri saçını kestirse ya da boyatsa artık çiğneye çiğneye sakız haline getirdiğimiz bir espri yaparız: Hayatını değiştiremeyen kadın, saçını değiştirir!
Erkeklerin bunu söylerken kafalarının bir yerinde gizli bir kıskançlık da yok değil aslında..
Bizler hayatımızı değiştirmek için başka birçok şeyi yapamadığımız gibi bunu bile yapamıyoruz..
Geçenlerde çok ilginç bir kitap okudum ve bu “hayatını değiştiremeyen kadın” tekerlemesini bir kez daha hatırladım.
İçlerinde gitmeden önce saçını boyatan ya da kestiren de var mıydı bilemiyorum ama birçok kişinin çok istese bile yapamadığı bir şeyi başarmış kadınlardı kitabın yazarları..
Kapağa sığmayan ad…
“Kıyılara Kaçan Kadınlar” (Derleyen: Seda Arun, Bileşim Yayınları), ortak noktaları büyük kentleri bırakıp bir sahil kasabasında yaşamayı seçmek olan 24 kadın yazarlı bir kitap.
Zeynep Avcı, “önsöz”de şunları yazmış: “..kitabın kapağına sığdırılamayan adını sizlere açıklamak bana düştü. Kitabın esas adı şöyle: Toplumsal öcülerden, başlarındaki dertlerden, alt edilemeyen koşullardan, yaşamın kıskacından, umarsız yaşamaktan bezerek ellerindeki tek hayatı istedikleri gibi değerlendirebilmek için ne yapıp edip mekân değiştirmeyi beceren ve Ege’nin ya da Akdeniz’in sıcak kıyılarında, yazlıkçıların iki-üç ay boyunca tıklım tıkış doldurdukları, kışları ise sakin geçen, kimsenin kimseye fazla aldırmadığı, yaşamın hem ucuz hem de kolay olduğu küçük yerleşmelere sığınan kadınlar..”
Kitabı oluşturan kişisel öyküleri okurken zaman zaman kendimi “dedikoducu” bir insan gibi gördüğüm de oldu.. Bazı yazarlar ile tanış olmamdan kaynaklanıyor olabilir bu elbette..
Ama insanın içinde gizlenmiş öyle bir yaratık var ki, başkalarının yaşamlarına ne olduğunu, başlarından neler geçtiğini öğrenmek için de çılgınca bir istek duyabiliyor..
Bir de şunu düşündüm, ister istemez: Kitabın adındaki “kaçış” gerçekten anlatılan öyküyü karşılamaya yetiyor mu?
Kişisel düşüncem şu ki yetmiyor..
Kaçmak dediğin…
“Kaçmak”, baş edemeyeceği bir güçlükle karşılaşan bir insanın yüzgeri edip, o sorundan uzaklaşmaya çalışması diye tanımlanabilecek bir eylem.
Oysa buradaki öykülerin hiçbiri bu anlamda bir kaçış sayılmamalı..
“Kaçmak” fiili içinde başka şeyler de saklıyor çünkü.. En önde gideni de “cesaretsizlik” diyebileceğimiz bir durum, ki buradaki öykülerin hiçbiri için kullanamayacağım bir sıfat bu..
Bir erkek parmağı…
Oysa tam tersi.. Burada “kaçmak” gerçekten cesaret isteyen bir eylem ve bir kentli kadının yaşamında sahip olabileceği her şeyi geride bırakıp gidenler söz konusu, çocuklar da dahil!..
Bu; daha çok kararlı bir gidiş aslında..
Zeynep Avcı, “önsöz”de bir önemli şeyi unutmuş gibi de göründü bana..
Belki unutmaktan daha çok “reddetmek” de diyebiliriz.
Ama şurası bir gerçek ki, bir kadının yaşamını değiştirme ve bir yerlere çekip gitme kararını vermesinin ardında bir “erkek parmağı” da mutlaka var. Kimi zaman dolaylı, kimi zaman doğrudan bir neden bu..
Kimi zaman satır aralarına gizlenmiş, kimi zaman açık yüreklilikle ortaya konmuş bir gerçek.
İnsana, “giden değil, kalandır çoğu zaman terk eden” sözünü hatırlatan bir durum.
Çekip gitme hakkı
Charles Baudelaire, “Romantik Sanat”ta şöyle yazmış: “19. yüzyıl bilgeliğinin onca sıklık ve onca hoşlukla sayıp döktüğü çok sayıdaki insan hakları arasında çok önemli iki tanesi unutulmuştur; bunlar, kendini yadsıma ve çekip gitme haklarıdır..”
Kitabı okuduktan sonra şunu düşünmeden de edemedim: Çekip gidenler belli ki yaşamlarından memnunlar. Ya kalanlara ne oldu? Onlar kararlarından, tercihlerinden memnunlar mı?