Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis ile pazar gecesi Abdullah Gül’ün Çırağan Sarayı’nda verdiği yemekte tanıştım.
Daha önce fotoğraflarını görmüştüm.
Ama yine de bizi tanıştıran kişi bu ufak tefek adamın Yunanistan Dışişleri Bakanı olduğunu söylemeseydi hafızamı çok zorlamam gerekecekti, bunu biliyorum.. 
Bende, karşımdaki nazik insanı daha önce tanıdığıma ilişkin olarak uyanan duygu, kesin olarak fotoğraflarını görmüş olmamdan kaynaklanmıyordu..
Ege’nin değişik yerlerine yaptığım gezilerde sıkça karşılaştığım, gün görmüş, sakin, kendisiyle barışık, babacan insanlara benziyordu.. 
Belki bir kahvede oturup kahve içmiştim, belki şehirlerarası otobüste yanımda oturmuştu.. Düşünerek kim olduğunu asla bulamazdım..
Yanımda Ertuğrul Özkök de vardı..
İki Türk gazeteci ile tanıştırılınca birdenbire sanki kırk yıllık ahbaplar gibi konuşmaya başlamıştı.. 
Türkler ile Yunanlıların kardeş olduklarından, birbirimizi iyi anlayacağımızdan ve aramızdaki ilişkinin bir tür “aşk – nefret” ilişkisi olduğundan söz ediyordu..
Sohbetin bir yerinde bir an durakladı.. Ve “Size bir öykü anlatacağım” dedi, “yaşanmış, gerçek bir öykü.. Neden bizi bizden başka kimsenin anlayamayacağını gösteren bir öykü..” 
‘Sende kız kardeşimi gördüm’
“Ben aslında Türkiyeli bir ailenin çocuğuyum” diye anlatmaya başladı, “Ayvalıklıyım”..
“1922 yılında ailem Ayvalık’tan göç etmek zorunda kaldı. Neden olduğunu herkes biliyor. Annem Agapi o yıllarda genç bir kızmış.. Bütün aile toplanıp memleketi terk etmeye çalışırken, o kaybettiği erkek kardeşini aramak üzere sokaklarda dolaşıyormuş.” 
Agapi, kardeşinin sürgün edilmek üzere kentin bir yerinde toplananlar arasında olduğunu öğrenmiş.. Sora soruştura onu bulmuş.. Bulduğunda kardeşi hasta ve bakıma muhtaç durumdaymış..
Ertesi gün kardeşini görmek üzere oraya gittiğinde genç bir Türk teğmen yanına yaklaşmış. “Sen” demiş, “Benim kız kardeşime çok benziyorsun.. Sana yardım edeceğim..” 
Ve yardım etmiş de.. Erkek kardeşi iyileşip yola çıkmaya hazır olana kadar bu Türk subay artık “Zehra” diye çağırdığı Agapi’yi korumuş ve sonunda yolcu etmiş..
Agapi ile kardeşi Ayvalık’tan ayrılmak üzere bir tekneye binerlerken Türk subay şöyle söylemiş: “Sana yardım ettim çünkü, bakışlarında işgal sırasında tecavüz edilip öldürülen kız kardeşimi görmüştüm.” 
‘Madem eviniz, kapıda kalmayın’
Agapi, o şartlarda ayrıldığı topraklara çok uzun yıllar sonra geri dönmüş. O sırada Moliviatis, Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde görevli bir diplomatmış.
Annesini alıp Ayvalık’a gitmiş. Sokaklarda dolaşıp eski evlerini aramışlar. Ve sonunda evi bulmuşlar. 
Bir süre tereddüt ettikten sonra Agapi evin kapısını çalmış. Kapıyı Agapi ile aynı yaşlarda bir kadın açmış. Ona ne için geldiklerini anlattıklarında kadın Agapi’ye sarılmış ve gözyaşları içinde bir süre sarılı kalmışlar.. Sonra ev sahibi Agapi’yi ve oğlunu içeri davet etmiş: “Burası mademki eviniz, kapıda durmayın o zaman..” 
Çaylar, kahveler içilmiş, eski günlerden söz edilmiş.. Duygusal olarak son derece yoğun anlar yaşanmış..
Evden çıkarlarken Agapi bahçeden aldığı bir avuç toprağı bir zarfa koymuş ve oğluna vermiş.. “Ben ölünce bunu mezarımın içine koy” diyerek.. 
“Altı yıl önce bu dileğini yerine getirdim” derken Moliviatis’in gözlerinin nemlendiğini de fark ettim..
Bunlar ‘insan olmanın’ hikâyesi
Agapi, sağlığında bütün bu olayları anlattığı bir de küçük kitap yazmış.. Keşke Yunanca bilseydim ve okuma olanağım olsaydı diye geçirdim içimden.. 
Kim bilir böyle kaç öykü dinledim bugüne kadar..
Bir insanın yaşamında karşılaşabileceği en büyük felaketlerle karşılaşıp yine de insanlığından bir şey kaybetmeyebileceğini gösteren öyküler…
Ben de göçmen bir ailenin çocuğuyum.. 1912’de Manastır’da başlayan, 1920’de Yunan işgalindeki Salihli ve Uşak’a kadar uzanan, derin acılarla örülü bir serüveni dedem Yakup’tan çok dinledim.. 
Agapi’nin acısının ne olduğunu biliyorum..
Yaşadığı çok büyük acıya bile teslim olmayı reddeden, adını bilmediğimiz o kahraman Türk subayının film senaryosuna benzeyen öyküsünü de yaşamım boyunca hiç unutmayacağım.. 
Moliviatis ayrılırken bizi Atina’ya da davet etti.. “Atina’da bir arkadaşınız olduğunu unutmayın.. Gelin yemek yiyelim, geçmişin acılarını unutup geleceğe bakalım” dedi..
Moliviatis’in davetine gideceğim.. 
Giderken Agapi için, mezarına koymak üzere bir şişe Ayvalık zeytinyağı da götüreceğim..
Şu anda bulunduğu yerde hiçbir işine yaramayacak, bunu biliyorum..
Ama Agapi’nin ruhunun o zeytinyağının kokusunu duyup, mutlu olacağını da hissediyorum.. 
Kim bilir belki günün birinde Manastır’da yol kenarındaki bir tarladan koparacağım bir tek taze tütün yaprağını da dedemin mezarına götürebilirim..
