Dünyada tercümesi en zor olan kelimenin Kongo’nun güney doğusunda konuşulan Tshiluba dilindeki “ilunga” kelimesi olduğunu okudum, perşembe günkü Milliyet’te..
Bu kelime “kendisine yapılan herhangi bir tacizi ilk seferinde affeden, ikincide hoşgörüyle karşılayan ama üçüncüsünde asla affetmeyen kişi” anlamına geliyormuş.
Bir dilde böyle bir kelime varsa, o dili konuşan insanların barışçı, hoşgörülü ve birbirine saygılı insanlar olduğunu düşünebiliriz..
Öte yandan şunun da geçerli olabileceğini düşünüyorum: Tshiluba dilini konuşanlar her kimlerse biraz anlayışı kıt insanlar olmalı.. Birisini taciz ediyorsunuz, o size hoşgörüyle davranıyor ve hâlâ yaptığınızın bir taciz olduğunun farkına varmayıp aynı hareketi tekrarlamaktan kaçınmıyorsunuz.. Taa ki bir “ilunga” ile karşılaşana kadar..
İnsanların anadillerini kullanma yeteneklerinin, bildikleri ya da bilemedikleri kelimelerin o insanın kim olduğu ile ilgili önemli ipuçları verdiğini düşünürüm hep..
“Şarj” yerine “şarz” diyenlerin çok olduğu ve bunun kimseye (benim gibi takıntılı tipler hariç sanırım) rahatsızlık vermediği bir ülkede yaşıyor olmamızın da böyle düşünmemde rolü olmalı..
Bir oyunu ‘dinlemek’
Shakespeare’in Globe Tiyatrosu’nda oynanan oyunları izlemeye 3000 kişi gelirmiş. Biletler ucuz (Bir ekmek fiyatına: 1 Penny) olduğu için.. Herkes tiyatroya girerken bir kutunun içine para attığından İngilizcede bilet gişesine “box office” deniyor.
Bir ekmek fiyatına tiyatroya girenler “stinkers”, yani felaket kokulu seyirciler olarak tanımlanıyor.. Bunların “felaket kötü kokmaları”nın nedeni elbiselerinin yapıldığı ucuz kumaşların boya tutması için insan idrarı kullanılması.. Bunlar sahnenin önünde ayakta, iki ekmek parası verenler balkonun ikinci katında, üç ekmek parası verenler ise üçüncü katta seyrederlermiş oyunu.. Kokudan uzaklaşmak için fiyat artıyor doğal olarak..
Aristokratlar ise sahnenin arkasındaki balkonda, oyunun bir parçası gibi, otururlarmış..
Shakespeare’in tiyatrosunu böyle uzun uzun anlatmamın sebebi aristokratların sahnenin arkasındaki balkonu tercih ediş nedenleri..
Çünkü aristokratlar oyunu izlemek için gözlerini değil, kulaklarını kullanırlarmış. İngilizcedeki “audile” kelimesi bu durumu tarif ediyor; ses yoluyla kafasında kavramlar oluşmuş kimse..
Gözlerinizi kapatıp, iyi yazılmış bir oyunu seyretmeden sadece dinlemenin gerçekten bir “zevk” olduğunu düşünürüm..
Güzel ve akıcı bir Türkçe ile konuşan birisiyle sohbet etme olanağı bulduysanız şayet, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız..
Bazısı servete değer..
Londra’da yaşayan bir arkadaşım geçenlerde gittiği bir konferanstan söz etti.. İnternet arama motoru “Google” ile İngiliz The Guardian gazetesinin internet sitesi “Guardian Unlimited” tarafından düzenlenen bir konferans..
Google’a bir reklam vermek istediğinizde, insanların aradığı kelimeleri de kiralayabiliyorsunuz..
O kelimeler arandığında reklamınız böylece o kelimeyle ilgilenen insanlarca da görülebiliyor…
Kelimelerin bir ticari mal haline dönüşmesi ve insanların kullandıkları dilin kiralanabilmesi benim gibi yaşamını sözcükleri art arda sıralayarak kazanan insanlar açısından çok ilginç..
Arkadaşım yazdığı e – postada soruyor: “Hangi kelimeye en çok parayı verirdin? Borç, kredi, finans, risk, aşk, nefret, bilim, özgürlük, eğitim, öğrenme, sağlık, hastalık, bağımsızlık, bağımlılık?”
Düşünüyorum da, sanırım “borç, kredi, finans”a bir “kör kuruş” bile vermezdim… Risk, aşk, özgürlük ve bağımsızlık… Benim için gerektiğinde bir servet harcamaya değer kelimeler bunlar..