Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir hayatın var onu yaşa…

  Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide bir kaç saniye oyalananlar hep aynı şeyi anlatırlar: O anda hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti…

Yıllar önce bir yazı yazmıştım bununla ilgili. Şöyle bitiyordu: Hayatınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçerse, gördükleriniz hatırlanmaya değer şeyler olsun…
Yazı gazetede yayımlandığı gün, en iyi arkadaşım (aynı zamanda eniştem) Ömer telefon etmişti. “Hatırlanmaya değer bir şeyler yapıyor musun?” diye…
Yapmıyordum tabii ki.. Ya da o zaman yapmadığımı düşünüyordum diyeyim..
Yazı yazmanın böyle kolay bir tarafı var işte.. Kendi yaşamınızda fırsat bulup da yapamadığınız herşeyi gözardı edip büyük öğütler verebiliyorsunuz.
Ömer öldüğünden beri her yılbaşında o yazıyı ve telefon konuşmamızı hatırlıyorum. Şimdi düşünüyorum da demek ki hatırlanmaya değer bir şey yapıyormuşum aslında. Tek fark, o zaman bunun farkında olmayışımmış. Sevdiğiniz bir insanla yaptığınız bir tek telefon konuşmasının bile önemli olduğunu biliyorum artık..

Yaşanan her an, özeldir
Yaşadığımız her günün aslında kendi içinde çok özel anlar barındırdığını, ancak aradan bir süre geçtikten sonra anlayabiliyoruz.
Bu düşünceye ulaşmadan önce ‘özel günler’ benim için gerçekten ‘özel’di.
Yılbaşı, bayramlar, kandiller, doğum günleri, evlenme yıldönümleri, mezuniyet, askere gitmek, terhis olmak, bir dergi ya da gazetenin bayi tezgahlarına konulduğu ilk gün…
Eskiden yılbaşlarında bu yıl yapamadığım ve gelecek yıl mutlaka yapmam gereken şeyler listeleri bile hazırlardım. Her iki listenin ilk maddesi hep “bu yıl bir film çekemedim, bu yıl bir film çekeceğim” olurdu. Şimdi onu da yapmıyorum. Biliyorum ki yılbaşı artık benim için özel bir milat anlamı taşımayacak hiçbir zaman.
Geçip giden her günün özel olduğunu, önümde yaşayacağım her günün de yeni bir milat olduğunu öğrendim.
Yaşamın bana öğrettiği en büyük dersin bu olduğunu biliyorum.
Parasını öderken sıkı bir vicdan – cüzdan muhasebesi yaptığım bir şişe özel kav Dom Perignon’u patlatmak için artık 31 Aralık’ı beklemiyorum. Aldığım anda açıp, şişenin dibini görmek istiyorum. Yarını, sonraki günü beklemiyorum. Biliyorum ki yarın biz ne kadar istersek isteyelim hiç gelmeyebilir.

‘Önümüzdeki hafta mutlaka..’
Yarını getirmek kendi elimde değil, ama bugünü yarınmış gibi yaşamak benim elimde ve Tanrı’nın ağırına gitmesin ama bunu benden alabilecek hiçbir güç yok dünyada..
Ömer sağ olsaydı eminim bu yazıyı okuyup yine telefona sarılırdı. ‘Yapmak istediğin herşeyi yapabildin mi’ diye..
Kimseyi ve kendimi kandırmayacağım. Hala bazı şeyleri ertelediğim oluyor. Bitmek bilmez “önümüzdeki hafta mutlaka”larımın sayısında gözle görülür bir azalış da yok…
Olgunlaştıkça bunu da başaracağıma eminim. (Şimdi diyeceksiniz ki bu yaşa geldin hala olgunlaşamadın mı? Hayır, objektif olarak olgunlaşmış sayılmam. Hala bamya, pırasa ve nohuttan nefret ediyorum. Süt içmiyorum, muhallebi yemiyorum. Bilim adamları tad alma duygusunun insan büyüdükçe geliştiğini söylüyorlar. Bunlardan tat alamadığıma göre hala yeterince büyümüş sayılmam diye düşünüyorum.)
Bu yeni yılın ilk gününde yola şöyle çıkmak istiyorum: Bir hayatın var, onu yaşa ve ne yapacaksan şimdi yap!