MİLLİYET

Bir kaza bir arkadaş ve bir sınav

Şimdi küçük bir sınav yapacağız. Bunu neden yaptığımızı daha sonra anlatacağım. Sınavı Fons Trompenaars ve Charles Hampden – Turner’in ‘Riding The Waves of Culture’ isimli kitabından aktarıyorum. (Türkçede Zülfü Dicleli’nin çevirisiyle Küresel İş Yönetimi ve Kültürel Çeşitlilik adıyla yayımlandı).

Önce şu küçük öyküyü okuyalım: “Çok yakın bir arkadaşınızın kullandığı bir otomobille giderken bir yayaya çarpıyorsunuz. Arkadaşınızın 40 kilometrelik sürat limiti olan bir yerleşim bölgesinde 70 kilometre yaptığını biliyorsunuz. Olayın tek tanığı sizsiniz ve arkadaşınızın avukatı ifadenizde süratinizin 40 kilometre olduğunu söylerseniz arkadaşınızı çok ciddi bir cezadan koruyacağınızı söylüyor.”
Şimdi sorular:
a. Arkadaşım olarak yanlış ifade vermemi bekleme hakkına kesinlikle sahiptir.
b. Arkadaşım olarak yanlış ifade vermemi bekleme hakkına bir miktar sahiptir.
c. Arkadaşım da olsa yanlış ifade vermemi bekleme hakkına kesinlikle sahip değildir.
Ne yapmayı düşünürsünüz?
a. Onun saatte 40 kilometreyle gittiğine tanıklık ederim.
b. Onun saatte 40 kilometreyle gittiğine tanıklık etmem.

Kuzeyliler ‘doğrucu’
Siz yanıtlarınızı düşünürken bu anketin dünyanın dörtbir yanında yapıldığını belirteyim. Kuzey Amerikalılar ve Kuzey – orta Avrupalılar ifadede kesin doğruluktan yana tavır almışlar. Her 100 İsviçreli’den 97’si, her yüz ABD’liden 93’ü doğru ifade vermekten yana.
Dünyanın nispeten azgelişmiş bölgelerine gidildikçe doğru ifade verme eğilimi de azalıyor. Aynı şekilde Akdenizliler de yalan ifadeye daha çok eğilimli. 100 Yunanlı’dan sadece 57’si, Bulgarlar’ın yüzde 53’ü, Nepalliler’in yüzde 36’sı, Venezüellalılar’ın yüzde 32’si ‘Doğru ifade veririm’ diyor.
Kazazedenin ciddi bir sakatlanma ya da ölümle karşılaştığı bilgisi kendilerine verilince Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupalılar’ın doğru yanıt verme isteği daha da artmış.

Türkler ne yapardı?
Buna karşılık Akdeniz kültürünün etkisinde olan Fransızlar ‘Eğer yaya ciddi şekilde sakatlanmış ya da ölmüşse, arkadaşımın benden ciddi bir destek bekleme hakkı vardır’ görüşüne eğilim göstermişler. Buna karşılık İngilizler’in yayanın başına gelen felaket büyüdükçe arkadaşlarına yardım etme eğilimlerinde ciddi bir azalma görülüyor.
Sizlerin ne yanıt verdiğinizi elbette bilmiyorum ama biz Türkler’in genel eğilimimizin arkadaşımızı korumak yönünde ağır basacağına eminim.
Bu tablo, son günlerde çok tartıştığımız ‘Teröre ben de karşıyım ama..’ cümlesini de bir miktar açıklıyor. ‘Bizden’ olarak varsaydığımız kişilerin eylemlerini, ‘öteki’ saydığımız kişilerin karşı çıktığımız eylemleriyle aynı sonucu doğursa bile olumlama eğilimi içine girebiliyoruz.
Bu bizim toplumsal kültürümüzün ‘özelci’ olmasından kaynaklanıyor. İş ilişkilerimizde de, özel ilişkilerimizde de, siyasi yaklaşımlarımızda da aynı durum söz konusu.