MİLLİYET

Biri seni sevene kadar bir hiçsin!

  “Eğer yaşamını aşka göre yaşamaya hazır değilse, felsefeyle uğraşmaya kalkışmasın kimse…”

Bu sözü Monique Charles’ın “Hayatımın Filozofuna Aşk Mektupları” isimli denemeler kitabında okudum. (Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Necmettin Sevil.)
Felsefeyle ilişkimi “merak” kelimesi ile açıklayabiliyorum. Lisedeki felsefe hocası tarafından Disiplin Kurulu’na verilip, “bir hafta uzaklaştırma” ile cezalandırılan birisi olarak bu “merak”ın kaynağını açıklamakta da zorlanıyordum aslına bakarsanız…

Zikzakların nedeni!
Yaşadığım “gençlik travması”nın etkisiyle normal olarak alfabedeki “f” harfinden bile nefret etmem gerekiyordu ama öyle olmadı. “Amatör bir filozof” olmayı hiç başaramadım ama felsefeye olan ilgim de sürekli arttı…
Charles’ın kitabındaki bu sözü okuyunca sanki kafamdaki karanlık noktaları aydınlatan bir ampul yanmış gibi oldu…
Demek ki beni felsefeye yönelten şey buydu diye düşündüm. Hayatımın belli bir döneminde yaşamımı aşka göre düzenlemek çabası içine girmiş olmam!
Bunu bütünüyle başarıp başaramadığımı merak edecekler için de şunu söylemeliyim: Başardığım dönemler de oldu, başarmaya çok yaklaştığım ve kıyısından döndüğüm dönemler de, bundan tamamen uzak kaldığım da…
Felsefenin hayatımın içinde bir gizli sarkaç gibi bir görünüp bir yok olmasının nedeni de yaşamımın bu zikzakları olmalı…

‘İnsan doğulmaz, olunur’
Charles, denemelerinde “insan olmanın” doğal bir veri olmadığını söyleyen bir felsefe hocasından söz ediyor… Âşık olduğu erkektir bu aynı zamanda… İnsan olmanın, yaşamlarımız için bir çıkış noktası değil, “varış noktası” olduğunu vurguluyor. Sartre’dan aktararak: “İnsan doğulmaz, olunur!”
Bu insani özün ortaya çıkmasını sağlayan şeyin aşk olduğunu düşünüyor Charles.
Bir kadının ve bir erkeğin, sadece gerçekten âşık olduklarında bunu başarabileceklerine inanıyor.
Âşık olan kişinin, aslında karşısındaki insan nezdinde kendisini sevdiğini söylüyor. Karmaşıklaştırmamak için gazeteci gibi anlatmayı deneyeyim: İnci’yi seviyorum, öyleyse İnci’yi seven Mehmet’i sevdim… Demek ki Mehmet hem sever, hem sevilmeyi bilir… Böylece insani özünü ortaya koyabilir, insan olabilir…
(Dedikoducular için belirteyim, burada Mehmet beni temsil ediyor olsa da “İnci” bir takma isim. Bir istiridyenin içindeki inci tanesinden doğan Venüs’ü betimliyor, ama hayatımın Venüs’ünü elbette!)

Aşk hayat verir
Bir erkek bir kadına âşık olduğunda, onu kadın duyarlılığının da bir sembolü olarak görür. Âşık olduğu kadına, aşka özgü bir yaşam verir böylece…
Charles’tan aktarıyorum: “Birçok erkek aşkın yaşamındaki iyiliklerini yüceltmiştir. Birçok erkek kaçan aşkın derin acısını duyumsamıştır. Birçok erkek aşkın ateşiyle kendisini yenilenmiş hissetmiştir. Ama kendilerini bir kadının aşkının dünyaya getirdiğini kabul eden kaç tane erkek vardır?”
Hanım okuyucuların bu satırları okurken “erkek” kelimesini, “kadın” kelimesi ile değiştirmelerini rica ediyorum.
Charles yazıyor yine: “Kadın, kadın kimliğini aşktan alır. Üç kez doğar.. Önce yalnızca kadın cinsiyetiyle doğar. Daha sonra, yaygın deyişle: Onunla sevişilir dendiğinde kadın olarak doğmuş olur. Son olarak birisine tutulduğunda, bir kadın olduğunun bilincinde kendi kendisine doğar. Aşk onu ele geçirdiğinde…”
Bir üst paragrafta hanım okuyuculara önerdiğimi erkek okuyucuların yapmasını rica ediyorum bu kez…
Şimdi felsefenin en temel sorusuna bir de bu boyutuyla bakabiliriz: Ben kimim?
Şöyle bir şarkısı vardı Dean Martin’in: You’re nobody till somebody loves you… Sanki bu yazının bitirilmesi için yazılmış bir şarkı… Birisi seni sevene kadar bir hiçsin..