MİLLİYET

Bizim onlardan eksiğimiz ne?

 Turizm Bakanı Erkan Mumcu, Şanlıurfa’daki sohbetimizde şöyle bir soru sordu: Dünyanın her yerinden milyonlarca insan her yıl İtalya’ya neden gider?
Yanıtlaması ilk bakışta çok kolay bir soru gibi görünüyor.

Bütün İtalya’ya yayılmış tarihi eserler, Büyük Roma İmparatorluğu’nun önemli eserleri, Rönesans’ın yarattığı kentler, heykeller, resimler, zengin müzeler, Akdeniz’e özgü muhteşem bir iklim, deniz, birçok insana ilginç gelen yaratıcı bir mutfak vs..
Yanıtı böyle verince aynı derecede yoğun bir trafiğin Akdeniz çanağındaki başka birçok ülkede görülemiyor olmasının nedenlerini açıklamak güçleşiyor haliyle..
Tarihse her yerde var.. Hatta Türkiye, Yunanistan ve Kuzey Afrika’nın bazı bölgelerinde daha fazlasını bulmak da mümkün.
Deniz, güneş diyorsanız daha iyi deniz ve daha bol güneş de Akdeniz’in başka ülkelerinde kolaylıkla bulunabilir.
Sırf yemek yemek için İtalya’ya gidiliyor olması da pek mümkün değil. İtalya’dakinden daha iyi İtalyan lokantalarını dünyanın başka yerlerinde de bulabilmek olası..

Daha fazlası gerek
Mumcu’nun kendi sorusuna verdiği yanıt daha açıklayıcı gibi geldi bana: İnsanlar İtalya’ya, İtalyanlar gibi yaşamak için gidiyorlar. Neşeli, gürültücü, hareketli ve sevecen bir yaşam biçiminin parçası olmaya heves ediyorlar.
Acaba, turizmde bu kadar yol almış olmamıza rağmen hâlâ bulunduğumuz yeri beğenmiyor olmamızın nedenlerinden biri de bu mudur diye düşünmeden edemiyor insan.
Akdeniz çanağındaki turizm hareketliliğine bakınca Türkiye’nin kitle turizmi konusunda en yakın rakiplerine olan farkının giderek açıldığını görüyoruz.
Çok büyük çoğunluğu yeni olma özelliğini de koruyan dev tatil köyleri, Türkiye’nin, Yunanistan, İspanya gibi ülkelerle olan rekabetinde ucuz kitle turizmi açısından avantajlı olmasını sağlıyor.
Ancak bir de daha seçici olan ve daha çok para harcayan, sadece deniz ve güneş aramayan bir turist kitlesinin dünya üzerinde hareket ettiği de bir gerçek.
Bu tür turisti çekebilmek için “her şey dahil tatil köylerinden” daha fazlasını sunabilmek de gerekiyor.

Her şey aynı gibi ‘ama’
Dün, “Şanlıurfa sadece turizmle bile fakirlik zincirini kırabilir” diye yazarken bundan hareket ediyordum.
Şanlıurfa gibi henüz hiç değerlendirilememiş birçok yer var ülkemizde..
Ama buraya gelecek turiste, buralardaki yaşam biçimi içinde kaybolmalarını sağlayabilecek olanakların da neredeyse hiçbirine sahip değiliz.
Birçok kentin doğal dokularını bozduk belki ama Şanlıurfa ve Mardin gibi birçok kentimizde daha kurtarabileceğimiz o kadar çok şey var ki..
Şanlıurfa sokaklarında dolaşırken kendi kendime sordum: Neden tatil için Marakeş’e gittim de ailemle birlikte Şanlıurfa’ya gelmedim?
Marakeş’te insanı büyüleyen Suk’un benzerleri orada da var. Hatta belki daha da zenginleri..
Marakeş’in medinasındaki riyadların içine kurulmuş onlarca küçük otel ve lokantanın benzerleri, Şanlıurfa’nın eski mahallelerinde de rahatlıkla kurulabilir.
Ama bütün bunlara karşın bugüne kadar birkaç iyi niyetli girişim dışında yapılan hiçbir şey de yok..
Ve en önemlisi de hoşgörü konusunda aslında iddia ettiğimiz kadar da başarılı olmadığımız gerçeği..

Hoşgörümüz sınırlı!
Erkan Mumcu anlattı. Şanlıurfa’da bir tematik park kurulmasını planlamış eski hükümet döneminde. Dünyadaki bütün kutsal yerlerin küçük kopyalarının yer aldığı, İstanbul ve Antalya’dakilere benzeyen bir “mini kent” olacakmış bu..
İçinde Ağlama Duvarı da olan, katedraller, sinagoglar, camiler de bulunan bir “kutsal mini park…”
Projenin ne olduğunu merak ediyorsanız söyleyeyim: O dönemdeki Şanlıurfa Belediye Meclisi, projeye onay vermemiş!
Nedenini kolayca tahmin edebileceğinizi düşünüyorum…