MİLLİYET

Bizim sorunumuz önce AB standartlarına ulaşmak

 Fransa’daki referandum sonucunun Türkiye’de algılanma biçimi, doğal olarak herkesin siyasi meşrebine göre oldu.

Unutulan şu ki, Türkiye açısından referandum sonuçlarının yaratabileceği etkiler şu aşamada ikincil derecede önem taşıyor.
Fransa’da yapılan oylama, sonuç olarak ortak bir Avrupa Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle ilgili ve bizim gibi kapının önünde bekleyenlerle şimdilik doğrudan bir alakası yok.

Bu müzakere değil
Geçtiğimiz yılın aralık ayında Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin başlaması, AB üyesi 25 ülkenin liderleri tarafından ortaklaşa kararlaştırıldı.
Bu nedenle 3 Ekim’de “görüşmeler” resmen başlayacak..
Ve biz bunun adına her ne kadar “müzakere” de desek, yapılacak şey bir “müzakere” değil.
“Müzakere” kavramı, tanımı gereği karşılıklı tartışmayı ve bir ortak noktada uzlaşmayı içeriyor..
Bu açıdan geçireceğimiz süreç bir “müzakere” süreci olmayacak.
“Mevzuatınızın şu bölümü bize uymaz, biz onu şöyle yapalım” diyemeyeceğiz.
Yapılacak olan iş, Avrupa Birliği’nin bunca yıldır oluşturduğu mevzuata, koşullara Türkiye’nin uyumunu sağlamak.

5 yılda imkânsız!
Bölüm bölüm yapılacak görüşmelerde, her bir bölümde Türkiye’nin tam uyumu gerçekleştirdiği saptandığında bu Birlik tarafından teyit edilecek ve yeni bir bölüme geçilecek.
Türkiye’de hayalci diyebileceğimiz bir grup insan, bu sürecin çok kısa sürede tamamlanabileceğine inanıyor.
10 yıl da çok geliyor, 5 yılda biter diyenler bile var..
Koşulları Türkiye’den daha uygun birçok ülkeyle görüşme sürecinin bile çok uzun sürdüğü gerçeği unutuluyor..
Türkiye, tarımından eğitimine, kırsal yaşam koşullarından, demokrasisine kadar birçok alanda ciddi problemler yaşıyor.
AB mevzuatının bir anda yaşama geçirilmesi, TBMM geceli gündüzlü 5 yıl aralıksız çalışsa bile mümkün değil, çünkü sorun sadece mevzuatı kabul etmekle bitmiyor. Bu mevzuatın uygulanabileceği toplumsal ve ekonomik koşulların da oluşması gerekiyor.
Bu bir gerçek.

Bambaşka bir ülke..
Önümüzde çok uzun bir yol var ve bugün Avrupa’nın tartışmakta olduğu “ortak Anayasa”, “siyasal birlik” gibi konular gündemimize ancak bu yol tamamlandığında girebilir.
Öte yandan bir başka gerçek daha var: Türkiye, 70 milyonluk nüfusu, doğal kaynakları, insan kaynağı potansiyeli ve diri ekonomisiyle örneğin 15 yıl sonra görüşmeler tamamlandığında bambaşka bir ülke olacak.
Görüşmelerin tamamlanıp açılan dosyaların tek tek kapatılması demek, ekonomik gelişmemizin önündeki bugünkü engellerin kalkması, demokrasimizin gelişmesi, hukuk düzenimizin aksaksız ve gecikmesiz yürüyor olabilmesi, nüfusumuzun genel yapısının (eğitim, sağlık gibi konular açısından) AB üyesi ülkelerden farklı olmaması demek..
Öyle bir Türkiye’nin, ciddi ekonomik ve siyasi bir güç olarak AB içinde yer alıp alamayacağı da bugünkü tartışmalara ve itirazlara bakılarak öngörülebilecek bir şey değil.

Nedeni şu ki..
İhmal edilen şu ki, öyle bir Türkiye, belki de kendisi öyle bir siyasi birlik içinde yer almak istemeyebilir.
Ancak o güne kadar yapmamız gereken şey, kendimizi AB standartlarında bir ülke haline getirmeye çalışmaktır.
“Nasıl olsa bizi AB’ye almayacaklar” itirazı, Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve demokratik gelişiminin önünde bir engel haline getirilmek isteniyor.
AB’nin bugün yaşadığı siyasi krizin, kafa karıştıracak biçimde Türkiye’nin sorunuymuş gibi gösterilmek istenmesinin nedeni budur.