Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yeni bir yolun başlangıç noktasındayız

 Gazetedeki odamdan TEM otoyolu ve Aksaray’dan gelip bu otoyola bağlanan çevre yolu görünüyor. Son yaşadığımız ekonomik krizin etkileri azaldığından beri bu yolda yoğun bir kamyon trafiği var. Türkiye ekonomisinin canlandığını, üretimin ve ticaretin yeniden hareketlendiğini gösteren yoğun bir ticari araç trafiği..

Avrupa Birliği liderlerinin yapacakları toplantıda alınacak kararın ne olabileceğine ilişkin haberleri izlerken bir yandan da önümden akıp giden bu trafiğe bakıyorum.
Bu canlılığın artık üye olması kesinleşen 10 yeni ülkeden birçoğunda yaşanmadığını da biliyorum.
Türkiye’nin, Kopenhag Zirvesi’nden en kötü sonuçla dönmesi halinde bile umutsuzluğa kapılmamız için bir neden olmadığını düşündüren bir hareketlilik bu.

Ödevimizi yapalım yeter
İstediğimiz kadar erken bir görüşme tarihi alamayacak olmamız hiç kuşkusuz bir “dezavantaj” olarak niteleniyor, gelecekteki ekonomik gelişmemiz açısından…
Kendime bir de şu soruyu soruyorum: Bu dezavantaj, bir avantaja çevrilemez mi?
Hiç kuşkusuz evet, çevrilebilir..
Türkiye, Avrupa Birliği’ne üyeliği sağlamak amacıyla birçok yasal düzenleme yaptı. Daha yapılacak onlarca düzenleme de sırada bekliyor. İçlerinde demokrasinin ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik olanlar da var, daha sağlıklı bir ekonomik yapıya ulaşabilmek için yapılan ve yapılması gerekenler de..
İnanıyorum ki, bu yasal düzenlemeler tamamlanıp uygulanmaya başlandığında, AB üyesi olmasak bile bambaşka bir ülkede yaşıyor olacağız.

Sermaye yine gelir
İşte bunu sağlamanın, bugün dezavantaj olarak gördüğümüz şeyi, avantaja çevirmek olduğunu düşünüyorum.
Gelişmesinin önündeki eski alışkanlıklardan kaynaklanan ayak bağlarını çözmeyi başarmış, çalışmaktan yılmayan insanların ülkesi..
Avrupa Birliği’ne üye olmanın ciddi bir yabancı sermaye girişi yaratacağı, bunun da Türkiye’nin kalkınmasının motorunu oluşturacağına ilişkin birçok hesap yapıldı. Geçmiş örneklerden de yola çıkılarak yapılan basit matematiksel hesaplar bunun mümkün olabileceğini gösteriyordu.
Şu soruyu kendimize sormalıyız: Yabancı sermaye, sadece AB’ye üye olduğumuz için mi Türkiye’ye gelecekti? Yoksa, AB’ye üye olmak için yeniden düzenlediğimiz mevzuattan yararlanmak için mi?
Doğru yanıt ikincisidir. Eğer biz yabancı sermayenin önündeki mevzuat engellerini kaldırmayı AB’ye üye olmadan da başarabilirsek, ki bunu yapmaktayız zaten, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmekte tereddüt etmeyeceğini de göreceğiz.
Bir yabancı şirket yöneticisi olduğunuzu düşünün. Aynı mevzuata tabi olacağınızı bildiğinizde, AB üyesi 3 milyonluk Litvanya’ya mı yatırım yaparsınız, 70 milyonluk bir dev ülkeye mi? Bilseniz ki işinizi yaparken 5 milyonluk Slovakya’da sizden ne bekleniyorsa, 70 milyonluk Türkiye’de de aynı şey beklenecek, kararınız ne olur?

Öfke sadece bizi vurur
Bu süreçte Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamış ve uyguluyor olması, bazı aklı evvellerin iddia ettiği gibi Türkiye’nin kalkınmasının önünde engel değil, tam tersine bunu kolaylaştırıcı bir etki yaratacaktır.
Kopenhag’da alınacak karara duyacağımız öfkeyi Gümrük Birliği anlaşmasından çıkarmaya kalkmak, elimizdeki en büyük kozu kaybetmek anlamına gelir.
Kopenhag bir yolun sonu değil, yeni bir yolun başlangıç noktası olmalıdır..