Bu felaketten Türkiye bir ders çıkarmalı
Endonezya açıklarında meydana gelen deprem ve ardından ortaya çıkan “tsunami” faciası sanıyorum ki ülkemizde dünyanın başka birçok yerinden daha fazla etki yarattı.
Binlerce vatandaşımızın canına mal olan Körfez ve Bolu depremlerinin açtığı yaralar hâlâ taze..
Marmara’nın derinliklerinde kırılmak için gün sayan bir fayın varlığı ve bunun yaratacağı deprem ile “tsunami”nin Türkiye’nin en yoğun nüfuslu bölgelerini tehdit ediyor olması bu etkiyi büyüten faktörler arasında..
Olayla ilgili haberler Milliyet Yazı İşleri’nde tartışılırken bir arkadaşımız bu tür felaketlerin hep fakir ülkeleri vurduğunu ve zaten binbir türlü sıkıntı içindeki insanların bir de bu felaketlerin açtığı yaralarla uğraşmak zorunda kalacaklarına dikkatimizi çekti.
Bir başka arkadaşımız da bu yaz ve sonbaharda Amerika sahillerini vuran tayfunun da bu kadar yıkıcı etki yarattığını ama çok az insan kaybı olduğunu ve insanların büyük bölümünün sigortadan paralarını alıp evlerini, işlerini yeniden yoluna koyabildiklerini hatırlattı.
Akıl ve para, yıkımı azaltır
Gerçekten de doğa olaylarını engelleme gücü, ne kadar zengin olursa olsun, hiçbir ülkede yok. Ancak doğal felaketlerin yıkıcı etkilerini azaltabilmek, parayla ve organizasyon gücüyle mümkün.
Eğer Hindistan, Sri Lanka, Endonezya ve Afrika ülkelerinin bazılarında tsunami için bir erken uyarı sistemi kurulup işletilebilmiş olsaydı felaket yine gerçekleşecekti ama hiç kuşku yok ki can kaybı bu kadar olmayacaktı.
Dev dalgaların birçok yere depremden yedi -sekiz saat sonra ulaştığını biliyoruz. Böyle bir uyarı yapabilme olanağı olsaydı birçok insan için kurtulmaya yetecek bir zaman kazanılacaktı.
Bu son felaketten de kendimize böyle bir ders çıkarmalıyız.
Marmara’yı bekleyen büyük depremin gerçekleşmesini önlemeye gücümüz elbette yetmeyecek ama bu depremin ve Marmara’da yaratabileceği dalgaların yaratabileceği zararları azaltabilir, en aza indirgeyebiliriz.
Bilmek yeterli değil
Körfez Depremi’nin ardından bir yandan kamu kuruluşları ve belediyeler, öte yandan sivil toplum örgütleri olası bir depremin İstanbul’u nasıl etkileyebileceğini öngörmeye yönelik ciddi çalışmalar yaptılar.
İstanbul’un böyle bir depremden nasıl etkileneceğini, kentin hangi semtlerindeki ne tür binaların yıkım tehlikesi altında olduğunu artık sokak düzeyinde bile çok iyi biliyoruz.
Ama bunu biliyor olmamız tek başına yeterli değil.
Daha hâlâ depreme karşı güçlendirilmeyi bekleyen okullar, hastaneler ve konutlar var. Ve bununla ilgili çalışmalar ne yazık ki hâlâ çok yavaş ilerliyor.
Çok geç olmadan…
Sorunun sadece bir mali kaynak meselesi olmadığını düşünüyorum.
Körfez Depremi’nde yıkılan binaların yerine yeni binalar yapmak, adeta yeni kentler kurabilmek konusunda son derece hızlı davranabildik. Tanrı göstermesin ama İstanbul’da böyle bir deprem olursa yıkılacak binaların yerlerine yenilerini de kısa sürede yapabileceğimizi artık biliyoruz.
Demek ki bu binaları depremden sonra yapmak için kullanacağımız kaynakları, deprem öncesinde binalarımızı güçlendirmek için kullanabilirsek birçok insanın yaşamını kurtarabiliriz.
Sorun paradan daha çok ciddi bir planlama ve süratli bir çalışmanın organize edilebilmesiyle ilgili..
Bürokratik işlemleri en az düzeye indirgemek, kaynakları akıllı çözümler için hızla seferber edebilmek amacıyla bütün bu çalışmanın belki de tek elden sürdürülmesi gerekiyor.
Yerel yönetimleri dışlamayan ama sorunu çözmeyi sadece onların işi gibi de görmeyen bir deprem öncesi hazırlık kurumuna ihtiyacımız var.
“Artık çok geç” dememize gerek kalmadan bunu yapabilmenin yollarını bulmak zorundayız.