MİLLİYET

"Bu nasıl bir tiyatro?"

 Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden genel başkan seçildiği ile ilgili haberleri okurken “bu nasıl bir tiyatro” diye düşünmeden edemedim.
Yanlış anlaşılmamak için önce şunu da söyleyeyim: Recep Tayyip Erdoğan’ın Genel Başkan seçilmesine karşı değilim.

Herhangi bir partiye hiçbir yakınlık hissetmeyen bir gazeteci olarak kimin hangi partinin başında olduğu beni doğrudan ilgilendirmiyor elbette. Bu her partinin kendi iç sorunu ve benim işim kimin seçildiği ile değil, seçilenin ne yaptığı ile ilgilenmek..

Niçin aylar sürdü?
Anayasa Mahkemesi, aylar önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun başvurusu üzerine toplandı ve TCK’nın 312. maddesinden mahkûm olduğu için Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP kurucusu olamayacağına karar verdi.
Kanadoğlu’nun başvurusunda Erdoğan’ın parti genel başkanlığı yetkilerini kullanmasının durdurulması da istenmişti. Mahkeme o zaman buna gerek görmedi. Ve aradan aylar geçtikten sonra, Erdoğan’ın geçmiş mahkûmiyeti ile ilgili bütün sonuçları ortadan kaldıran Anayasa ve yasa değişikliklerini de görmezden gelerek önceki günkü kararını verdi.

Tek cümle yeterdi
İki karar arasında seçimler yapıldı, Anayasa değişti, yasalar değişti ve Anayasa Mahkemesi ilk kararında şöyle bir cümle kullanmış olsaydı bütün bu garip hukuk tartışmalarına da gerek kalmayacaktı: “Erdoğan, Kurucular Kurulu’ndan istifa edince genel başkanlıktan da ayrılmış sayılır..”
Bir tek cümle ile şimdi ortaya çıkan soruların tümü yok edilebilir ve durduk yerde yeni bir hukuk tartışmasının başlamasının da önüne geçilebilirdi.
Erdoğan da dünkü gibi AKP Kurucular Kurulu’nca bu kez “kurucu” olmayarak yeniden genel başkan seçilebilir.. Sorun çıkarsa, seçimlerden sonra siyasi yasaklarını kaldıran değişiklikleri bekleyip, ardından yine dün olduğu gibi yeniden genel başkanlığa getirilebilirdi.
Anayasa Mahkemesi’nin kararının hiçbir siyasi sonuç doğurmayacağı ilk andan itibaren biliniyordu. Mahkeme, yapılan son yasal düzenlemeleri dikkate alıp böyle bir karar için artık sebep kalmadığını da açıklayabilirdi. Bunu da yapmadı.
Türkiye, hukukun en üst kurumlarının bu tür gereksiz tartışmalarla yıpratıldığı bir ülke haline getirildi.
Sadece dün yayımlanan bazı gazetelerin başlıkları bile bunun ne boyutlara geldiğini ortaya koyuyor. Bazıları neredeyse “Anayasa Mahkemesi gereksiz” noktasına bile ulaşabilecek yorumlar içeriyordu..

Yargı siyasi taraf gibi
Demokratik bir ülkede kamuoyunun önüne çıkıp hiç konuşmaması gerekenler ülkemizde sık sık medyada boy gösteriyorlar.
Bunların arasında yüksek yargı mensupları da var.
Yüksek yargıçlar, başsavcılar sanki siyasi bir tartışmanın tarafıymış gibi demeçler verebiliyorlar.
Yargıçlar ve savcılar yaptıkları işlerle, verdikleri kararlar ile konuşmalılar. Verdikleri kararlar eksiksiz olmalı, karar tartışılacaksa da bu tartışmanın zemini yüksek yargı organları olmamalı..

Bu gidiş çok tehlikeli
Bu alışkanlığımızdan vazgeçmediğimiz sürece demokratik bir ülke için en tehlikeli olan şeyi yapmaya devam ediyor olacağız: Yargıya güveni sarsmak, yargıyı siyasi tartışmaların bir tarafı haline getirmek..
Elbette yargı kararlarıyla alay edercesine davranan siyasi kişiliklerin bu yaptıklarının ne kadar hatalı olduğunu söylemeyi de unutmamak gerekiyor.
Bağımsız ve demokratik yargı Türkiye’de yaşayan herkese lazım.. Bu konuyu artık günlük tartışmalarımızın dışına çıkarmanın zamanı geçiyor gibime geliyor..