Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Büyüme küçüğüm, üzülürsün

 İstinye’deki Enka Okulları’nın oditoryumundaydım, önceki akşam.. Buranın insanın içine huzur veren bir atmosferi var. Açık mavi kumaşla kaplanmış koltuklar, pırıl pırıl parke bir zeminin üzerine konmuş siyah, “kuyruklu” bir konser piyanosu..
En ön sırada küçükten büyüğe doğru soldan sağa sıralanmış otuz kadar çocuk oturuyor. Yaşları 6 ile 14 arasında.

Kızlar giyimlerine ve saçlarına fazlasıyla özenmişler.. Oraya gelmeden önce evlerinde giysi seçimi ve saç tuvaleti için belli ki uzun uzun hazırlanmışlar..
Az sayıdaki erkek çocuk tam da o yaştaki erkek çocuklardan beklendiği gibiler… Biraz boşvermiş, biraz dağınık, biraz “kızlar beni zaten beğenir” havasındalar.
Sırası gelen kalkıp piyanonun önüne kadar yürüdükten sonra izleyicileri selamlıyor ve hazırladığı şarkıları çalıyor.
İzleyiciler arasında her yaştan insan var. Anneler, babalar, kardeşler, büyük anneler, büyük babalar, dayılar, amcalar, halalar, teyzeler…

Aslında hepsi şanslı ama…
Çaldıkları parçaların çoğunu ezbere biliyorum.. Yasemin piyanoya merak saldığından beri evde o parçaları belki yüzlerce kez dinledim. Zaman zaman piyanonun başına otursam o parçaları ben de çıkarabilirim gibi hissediyorum.
Bunların hepsi şanslı çocuklar diye düşünüyorum, konseri dinlerken.
Yaşıtları milyonlarca çocuk için hayal edilmesi bile zor bir tecrübe yaşıyorlar.

… Umut karanlığın ardında
Oysa o kadar da “atla deve” bir iş değil bu.. Türkiye’nin bir çok okulunda benzeri bir salon var. Her okulun müzik öğretmenleri var. Piyano kadar pahalı ve elde edilmesi zor olmayan başka müzik aletlerini çalabilirler, yakınlarına konserler verebilirler, kendilerine duydukları güvenin boş olmadığını anlayabilirler. Ne olsa olur; gitar, mandolin, armonika, flüt..
Çocuklar birer birer sahneye çıkarken bir yandan da geleceklerini düşünüyorum.
Nasıl bir ülkede büyüyecekler? Aldıkları eğitimi değerlendirebilecekleri bir iş ortamına kavuşabilecekler mi? Kendi çocuklarına da aynı olanakları sağlayabilecekler mi?
Hiçbiri Türkiye’nin gündemini oluşturan tartışmadan haberdar değil, buna eminim. Belki gazete okuyacak yaşta olanlar ile büyüklerin konuşmalarına kulak kabartanların bir kulak dolgunluğu olabilir, ama ne Avrupa Birliği yolundaki kritik kavşaktan haberdarlar ne Devlet Bey’den, ne Bülent Bey’den ve Tansu Hanım’dan.. Ne de onların “politika yapmak” zannettikleri şeyden..
Türkiye’yi “ortalama” olanın yönettiğinden, bir gün o genel “vasat”ı temsil edenler tarafından eteklerinden tutulup geriye çekileceklerinden haberdar bile değiller.
Avrupa’nın herhangi bir büyük kentinde yaşayan her hangi bir çocuktan bugün için hiçbir farkları yok. Benzer giysileri giyiyorlar, saçlarını benzer şekilde kesiyorlar, aynı şarkıları seviyorlar.

Ulusal onuru onlara anlatın
Fark büyüdükleri vakit ortaya çıkacak.
Öbürleri yeteneklerinin elverdiği bir eğitimi alıp, o eğitime uygun işlerde çalışıp kendi çocuklarını da kendileri gibi yetiştirecekler.
Bizimkilerin ne olacağını sadece Tanrı biliyor. Üniversiteye gidebilecekler mi, mezun olunca iş bulabilecekler mi, bu arada Türkiye’ye hakim olan “vasat”ın beğenmediği fikirlere sahip olup hapishanelerde sürünecekler mi, başlarını örttükleri için okuma hakları ellerinden alınacak mı, ellerinde pasaportlarıyla vize kuyruklarında sürünürken ulusal onurun ne demek olduğunu anlayacaklar mı?

Evet, şimdi ‘seçim’ zamanı
Çocuklarımız için hazırlayabileceğimiz tek gelecek bu mu: Kendi içine kapanmış, her yıl biraz daha fakirleşmiş, düşünceyi yasaklamış, dünyadan tecrit olmuş ikinci sınıf bir Orta Doğu ülkesi mi bırakacağız onlara?
Yoksa Avrupa Birliği üyesi, giderek zenginleşen, düşünceden korkmayan, modern bir batılı demokrasi mi?
Bugün tartıştığımız şey idam, Kıbrıs, Kopenhag, Maastricht değil, çocuklarımızın geleceğidir…