Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Diktatör değiliz ki

 Başbakan, Amerika’nın Türkiye’yi biraz hızlı karar vermeye zorladığını doğruluyor ve ekliyor: ‘Ancak biz her taleplerine anında yanıt verecek bir diktatörlük değiliz!’

MEHMET Y. YILMAZ YAZIYOR

Başbakan Abdullah Gül’ün daveti üzerine dün bazı gazetelerin Genel Yayın Müdürleri ile Ankara’daki Hariciye Köşkü’ndeydim.
Başbakan Gül’ün amacı artık yeni bir aşamaya gelen Irak sorunu ile ilgili genel bir bilgilendirme toplantısı yapmaktı.
Toplantının sonunda Gül bunun bir “bilgilendirme” toplantısı olduğunu özellikle vurguladı. Ancak daha kapıdan çıkmıştık ki, televizyon kameraları tarafından kuşatıldık ve içeride konuşulanların genel hatlarını bütün ülke öğrenme olanağı buldu.

MİLLİYET HEPSİNİ YAZDI
Hemen söylemeliyim ki, Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni olarak toplantıdan gururla çıktım. Bunun nedeni Gül’ün, Türkiye’nin Irak politikası, bölge ülkeleriyle ilişkiler ve Amerika ile yürütülen temaslarla ilgili olarak söylediklerinin çok önemli bölümünün daha önce Milliyet’te yayımlanmış olmasıydı. Daha açığı, Milliyet okuyucularının “bilmediği” herhangi bir şey yoktu. Milliyet okuyucuları daha önce başta Fikret Bila’nın yazıları olmak üzere, Serpil Çevikcan, Utku Çakırözer ve Barkın Şık’ın haberlerinden bu konudaki en can alıcı bilgileri edinme olanağını bulmuşlardı.
Başbakan Gül’ün Irak konusunda çizdiği temel çerçeve şu: Türkiye bir bölge ülkesi olarak bölge halkının yeni savaşlarla acı çekmesinden yana değildir. Kalıcı ve sürekli bir barışın sağlanmasından yanadır. Irak’ın toprak bütünlüğü korunmalı ve “bazılarının ağzını sulandıran” bölge kaynakları bu bölgedeki halkın tümünün refahı için kullanılmalıdır. Türkiye, Irak’ın kaynaklarının şu ya da bu biçimde bölge halkı arasında dağıtılmasına karşıdır. Irak’ta, Irak halkının tümüne saygılı bir rejim olmalı ve bu kaynaklar bu halkın tümünün mutluluğu için kullanılmalıdır. Ancak Kuzey Irak’ta, Musul ve Kerkük’te isteğimiz dışında gelişmeler olursa her duruma karşı harekât senaryomuz var.
Bu daha önce Milliyet’te yayımlanan, “Türkiye’nin kırmızı çizgileri” konseptinin ifadesi oluyor. Yani Türkiye’nin bölgede kabul edemeyeceği şeyler var ve bunların başında Irak’ın parçalanması, kaynaklarının şu ya da bu şekilde dağıtılması geliyor.
Öte yandan Türkiye, uzun vadeli stratejik müttefiki olan ABD ile ilişkilerinin de Irak sorunu nedeniyle bozulmasını istemiyor. Amerika’nın Türkiye’den talepleri böyle bir hassasiyetle ele alınıyor.

‘TÜRKİYE EMİRLİK DEGİL’
Gül’ün altını önemle çizdiği konu Türkiye’nin bir “emirlik” olmadığı.. Türkiye demokratik bir ülke, açık bir toplum ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bu tür konularda hangi organın ne tür bir yetkisi olduğunu açıkça yazıyor. Gül’e göre TBMM kendi yetkisinin farkında ve bilincinde ve bir karar vermesi gerektiğinde ülkenin çıkarları doğrultusunda bu kararı vermekte tereddüt etmeyecek.
Gül, hükümetin ve dolayısıyla Türkiye’nin bir kararsızlık içinde olmadığını da özellikle vurguluyor. Bunun bir yanlış algılamadan kaynaklandığında ısrarcı.
Kuzey Irak’taki “de facto” durumun Türkiye’nin bölgedeki politikasının ne olacağı hakkında bir fikir de verdiğini söylüyor.
Gül’e göre bugün yapılan büyük ölçüde “kuvvet tehdidi” ile barışın korunması çabası.. Birçok kişinin paylaştığı bir görüş bu. Eğer, Irak rejimi baş edemeyeceği bir güçle savaşa girebileceğini anlama basiretini gösterirse barış için önemli adımların da atılabileceği herkesin malumu. Gül, Türkiye’nin bu aşamadaki konumunun “kuvvet tehdidine” de barış sürecinde bir pay verme mahiyetinde olduğunu söylüyor.
Peki bütün çabalara karşın savaş kaçınılmaz olursa ne kadar sürer? Başbakan, çok uzun sürmeyeceği düşüncesini belli ediyor. “1991’e göre ABD’nin nokta vuruş kabiliyeti çok arttı. Çok modern silahları var” diyor.
Gül, bir haber daha veriyor. Türkiye’nin yeni Bağdat Büyükelçisi’nin göreve başladığını vurguladıktan sonra, “arabuluculuk” olarak da yorumlanabilecek bir hazırlığa değiniyor:
“Bağdat’a, bir bakan başkanlığında önemli bir heyet göndereceğiz.”
Bu arada Türkiye’de etkili bir “görev gücü” yapılanmasının altını çiziyor. Dışişleri bürokratları, askerler ve ekonomistlerden oluşan üçlü yapıda gelişmelerin bütün teknik boyutlarıyla değerlendirildiğini vurguluyor.

HAREKÂT YÖNTEMİ
Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde sorun gibi görünen “kuvvet nakli ve üslerin kullanımı” konusunda üstüne düşeni yaptığını da biliyoruz. Bu amaçla Türkiye’ye gelecek 150 kişilik bir Amerikalı askeri heyetin çalışma yöntemlerinin nasıl olacağına ilişkin olarak hazırlanan bir “modus operendi”den söz ediliyor. Bu Latince kelime diplomaside “harekat yöntemi” karşılığında kullanılıyor. Türkiye bunu hazırlamış ve Amerikalı yetkililere sunmuş. Genel olarak kullanılacak üslerde inceleme yapacak bu özel heyetin çalışmaya başlaması için ABD’nin de belgeyi imzalaması gerekiyor ve bu belge henüz ABD’li yetkililer tarafından imzalanmamış.

ABD İMZALAMADI
Bu noktada bir ihtilaf olduğu anlaşılıyor. Üs ve limanların kullanımı için gerekli mutabakatın Washington tarafından imzalanmadığını belirten Gül, özetle şu mesajı veriyor: “Eğer mutabakata varılsaydı, cuma günü hazırlığa başlanacaktı. Ortada bir NATO anlaşması yok. Bize göre yeni durum söz konusu. Yeni mutabakat yapılmalı. ABD ise üs kullanım izinlerinin NATO anlaşmaları çerçevesinde verilmesini istiyor. Bu yüzden ABD henüz imza atmadı.”
Gül, Amerika’nın Türkiye’yi hızlı karar vermeye zorladığını da kabul ediyor. Bu açıdan ilişkilerde bir “früstrasyon” olduğunu kabul ediyor. Ancak Türkiye’nin her talebe hemen yanıt verecek bir diktatörlük olmadığını da özellikle vurguluyor. Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Türkiye, Kuzey Irak’ta gerekirse ABD’den bağımsız olarak Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelebilecek tehlikelere karşı çıkacak. Irak parçalatılmayacak. Ve barış içinde sorunun çözümü için bütün olanaklar seferber edilecek.

‘SADDAM DİKTATÖR’
Son bir not. AKP iktidarının, Saddam Hüseyin rejimine yönelik açık bir değerlendirmesinin bugüne kadar kamuoyuna yansımadığı eleştirileri yapılıyordu. Gül, “Parti ve hükümet olarak Irak rejimine sempatimiz yok” diyor ve ekliyor: “Saddam, halkına zulüm eden bir diktatör.”