Pazar günü Bingöl’deki olayların sorumlusu olarak iki emniyet yetkilisinin görevden alınmasının doğru bir tavır olduğunu yazmıştım.
Bir gazetenin iddiasına göre Bingöl Emniyet Müdürü meğerse Recep Tayyip Erdoğan’ın mahkûmiyet aldığı ünlü Siirt konuşmasını yaptığı sırada bu ilin emniyet müdürüymüş ve bu konuşmayı rapor ettiği için intikam amacıyla görevinden alınmış.
Dün bazı okuyuculardan aldığım e – postalarda da bu habere dikkat çekiliyor ve benim gerçeği iyice araştırmadan peşin bir hükme vardığım ileri sürülüyor.
Depreme gerek yoktu
Önce bu iddiaya yanıt vereyim: Bingöl Emniyet Müdürü, Siirt’teki görevi sırasında, Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmada bir suç unsuru bulunmadığını bildiren hükümet komiserinin raporunu onaylamış. Yani bu konuşmada bir suç olmadığı düşüncesine o da katılıyor. Eksik araştırma varsa, bu söz konusu haberi yazan gazetenin ve o gazetenin haberlerine dayanarak yorum yapanların sorunu..
Öte yandan, birçok valiyi ve emniyet müdürünü görevden alan ya da yerini değiştiren bir iktidarın Bingöl Emniyet Müdürü’nü görevden almak için böyle bir bahaneye ihtiyacının olmadığı da açık değl mi?
Herhalde bunu yapmak için Bingöl’de deprem olmasını ve olaylar çıkmasını beklemelerine gerek yoktu.
Bu tartışma, kendi basit içeriğinden çok, ülkemizin insanlarını esir alan bir önyargılar silsilesini gösteren örneklerden sadece biri..
Bunu en basit ifadeyle aşırı kuşkuculuk olarak niteliyorum.
Birbirine güvenmeyen, birbirlerini dinlemeyen insanların, birbirlerinin yaptıkları her hareketten kuşku duymaları durumu..
Hep ‘başkaları’
Ortega Y. Gasset bir makalesinde hayvanat bahçesinde izlediği maymunların davranışlarını anlatıyor:
“Eğer biraz sakin kalıp maymunların sahnesini edilgenlikle seyredersek, bir özellikleri sanki kendiliğinden ortaya çıkıp, bir ışın gibi bize ulaşacaktır. O şeytansı hayvancıkların öyle sürekli bir tedirginlik içinde, çevrelerine bakınarak, oradan gelecek tüm işaretleri duyumsayarak, durup dinlenmeksizin dikkat halinde, hep, anında, mekanik bir kas refleksinin atılımıyla, kaçarak ya da ısırarak yanıt verilmesi gerekebilecek bir tehlikenin gelmesinden korkar durumda bulunmalarıdır bu özellik.. Gerçekten de hayvan hep dünyadan korkarak yaşar, aynı zamanda da dünyada bulunan ve gözüne görünen şeylere karşı dinmeyen bir istek içindedir. Tıpkı korku gibi, dizginsiz, denetimsiz boşalıveren baş edilmez bir istektir bu. Her iki durumda da hayvanın yaşamını yöneten, onu bir kukla gibi oynatıp hoplatan şey, çevrenin nesneleri ve olaylarıdır. Maymun kendi varlığının yöneticisi değildir. Yaşantısı kendi kendisinden kaynaklanmaz. Hep kendi dışında olan bitene, kendisinden başka olana dikkat kesilmiştir.”
Tepkilerin esiri oluyoruz
Ülkemize bakınca bugün bir sorun olarak yaşadığımız birçok olayın temelinde de bunu görüyorum: Kendi dışında olana dikkat kesilmek, sorunları düşünce temelinde ele almak yerine, korkularının etkisiyle sorunların yöneticisi değil bir parçası olmak..
Türban sorununda da böyle yapıyoruz.. Kürtçe konusunda da, Kıbrıs’ta da, Avrupa Birliği’nde de, Irak’ta da ve daha başka birçok toplumsal sorunumuzda da.. Bingöl Emniyet Müdürü’nün görevden alınma gerekçesinde de…
Sorunu düşünerek anlamak ve çözmek yerine, bitmek bilmeyen korkularımızın esiri olarak “ötekinin” ne yaptığıyla ilgiliyiz. “Öteki” olarak gördüğümüz “şey”lerin hareketlerine kulak kesilmişiz, sadece duygularımızla hareket ediyoruz. Kendi yaşamımızı yönetmiyoruz, dışardan gelen etkilere verdiğimiz tepkilerin esiri oluyoruz.
Aslında bu tabloyla ilgili olarak Gasset’e kadar uzanmamıza da gerek yoktu.
Yunus Emre’nin şu dörtlüğü ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini öğretiyor hepimize:
“Sen sana ne sanırsan,
Ayrığa da onu san.
Dört kitabın manası,
Budur eğer var ise!”