MİLLİYET

Provokasyon diyerek geçme tanı!

 Bingöl’de önceki gün olanlardan sonra karşılaştığımız tepkiler beni hiç şaşırtmadı. Haksızlık etmeyeyim, İçişleri Bakanı’nın icraatı hariç!
Başbakan ve Vali başta olmak üzere devlet yöneticilerimize göre çıkan olayların sorumlusu belliydi: Provokasyon..

Halkın üzerine sürülen polis minibüsünü, öfkeli kalabalığı dağıtmak için otomatik silahlarla havaya ateş açılmasını televizyon ekranlarından izlemeseydik buna inanabilirdik.
Ama izledik.
Halkın üzerine sürülen minibüsün hiçbir yere yetişmeye çalışmadığını da o filmlerde gördük. Minibüs meydanın öteki ucuna kadar gitti ve durdu.
Zaten deprem korkusuyla gerilmiş, belki yakınlarını kaybetmiş insanlar panik içinde kaçışırlarken silahlar kurşun kusmaya devam etti..
Ve şunu da gördük: Halk ile polisleri ayıran jandarmaya yapılan tezahüratı.. Eğer iddia edildiği gibi ortada malum güçlerin bir provokasyonu olsaydı sanırım bu en son duyacağımız söz olacaktı: En büyük asker bizim asker!

Bu bir fırsat olabilirdi
Olayın ilginç psikolojik boyutları da var elbette..
Orada görevli polisleri bu nedenle suçlamak da mümkün değil, karşısındaki polise düşmanıymış gibi saldıran öfkeli kalabalığı da..
Bu yakın tarihte geçirdiğimiz büyük travmanın sonucudur.
30 bine yakın insanımızı kaybetmemizin yol açtığı büyük travmanın sonucu.
Devletin polisi ile yöre halkını birbirine düşman iki kampmış gibi gören bölücü zihniyetin sonucu.
Her iki taraftaki bölücü zihniyetten söz ediyorum.
Bu tablo gösteriyor ki, bölgede terörün önlenmiş olması, terör örgütünün sınırlarımız dışına sürülmüş olması bütün sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor.
Sorun hâlâ ortada: Yöre halkı ile devleti temsil eden güçler arasında hâlâ düşmanlık tohumları var ve bu tohumlar küçücük bir güneş gördüklerinde anında yeşeriveriyorlar.
Bu deprem, bu düşmanlık kırıntılarının yok edilmesi için talihsiz ama mükemmel bir fırsat olabilirdi, değerlendirilemedi…

Örtbas etme çabası…
Başbakan’ın alelacele yaptığı “provokasyon” açıklaması yukarıda da söylediğim gibi bana hiç şaşırtıcı gelmedi.
Bizim devlet geleneğimiz, memuru ile vergisiyle onun maaşını ödeyen halkı arasında bir sorun çıktığında memuru koruma refleksine sahip.
Memuru hatalı görmek, sanki devletin ya da hükümetin de aczini kabul etmesi gibi görülüyor.
Hükümetler, hatalı olan bir memuru görevinden uzaklaştırmak yerine, ilgili memurun bütün hatalarını, aptallığını, caniliğini, namussuzluğunu örtmeye çalışıyor ve adeta bunu kendi üstüne alınıyor.

‘Kötüler’ cezasız kalıyor
İşkencecilerin, rüşvetçilerin, beceriksiz yöneticilerin yaptıkları her şeye rağmen süratle cezalandırılmamasının nedeni bu.
Bunları korumaya çalışan hükümetler inandırıcılıklarını yitiriyorlar, bu tavır nedeniyle işleri doğru dürüst yapma yeteneğine sahip olan memurlar da bir kenarda emekliliklerini bekliyorlar.
İçişleri Bakanı’nın tavrı bu bakımdan Türk devlet geleneği içinde yürek ferahlatan, takdir edilecek bir tavır.
Bir tek İçişleri Bakanı gerekeni yaptı ve vakit geçirmeksizin beceriksizlikleriyle olayların büyümesine yol açan yetkilileri görevden aldı.
Doğru tavır buydu, provokasyon diye olayları örtbas etmeye çalışmak değil.