MİLLİYET

Eleştirilmesi gereken MİT değil

 Şöyle bir soruyla başlayalım: Ulusal güvenlik söz konusu olduğunda, kişisel özgürlüklerin sınırı ne olmalı?

Soruyu şöyle de sorabiliriz: Bir terör olayı ile masum insanların canının yanmasını önlemek için ulusal güvenlik güçleri, Anayasa’nın vatandaşlara tanıdığı kişisel hakları askıya alma hakkına sahip midirler?
Ya da şöyle: Ulusal güvenlik güçleri, böyle açık – gizli bir tehdit karşısında vatandaşların kişisel özgürlüklerinden bir bölümünün askıya alınması için bir mahkemeden karar almaya gittiklerinde, mahkeme onlara sınırsız bir yetki verme hakkına sahip midir?

Temel kurallar var
Hiç kuşku yok ki masum insanların yaşamlarını kurtarmak, bir terörist saldırıyı ya da topluma karşı işlenecek örgütlü bir suçu engellemek güvenlik güçlerinin en başta gelen görevi.
Güvenlikten sorumlu kuruluşların; istihbarat örgütünün, polisin ve jandarmanın bu görevi yerine getirirken uymaları gereken temel kurallar olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu durum.
Bu kurallar, çerçevesi Anayasa tarafından çizilmiş ve yürürlükteki yasalarca ayrıntılandırılmış kurallardır.
Bu kuralların dışına çıkmak, demokratik hukuk devletinin niteliğini değiştirir.
Keyfiliği hukukun üstüne çıkarır; devlet, önlemeye çalıştığı suçun bir benzerini vatandaşlarına karşı işlemiş olur.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Diyarbakır’daki bir mahkemeden, bir terör suçunu engellemek amacıyla aldığı izinle ilgili haberler iki gündür bazı gazetelerde yayımlanıyor.
Mahkemenin verdiği izinle ülkedeki bütün telefon konuşmaları ve internet haberleşmesi MİT tarafından izlenmiş ve açıklamalara bakılırsa bazı suçlular da bu yolla yakalanmış.
Gazetelere de yansıyan eleştirilerin genel tonuna bakınca, suçlu MİT’miş gibi görünüyor.
MİT’in bu eylemi, bir mahkeme kararına dayanarak verdiği gözlerden kaçırılıyor.
Belki de yargı kuruluşlarının eleştiriden muaf olduklarına, kamuoyu önünde açıkça eleştirilmelerinin bu kuruluşların adalet dağıtma görevlerine zarar vereceğine olan inancın bir sonucu bu..
Ve hata da burada yapılıyor: Eleştirilmesi gereken, kendi görevini yapmaya çalışan ve bunun için de bir mahkemeden izin alma yoluna giden MİT değil, bu izni veren mahkeme olmalıydı..

Somut gerekçe istenmeliydi
Mahkemelerin, hangi koşullar oluştuğunda haberleşmenin gizliliği ile ilgili temel kuralı kaldırabilecekleri yasalarda yazılı..
Dinleme isteyen kuruluş, mahkemeye ya da savcıya, bu dinlemenin gerekçelerini anlatır, hangi numaraları dinleyeceğini bildirir ve izin ancak bu gerekçeler inandırıcı bulunduğunda, o numaralarla sınırlı olarak verilir.
Belli ki MİT’in başvurusunda bunların hiçbiri aranmamış.
Ne dinlenecek numaralar belli, ne de dinlemenin somut gerekçeleri var…
Mahkeme, işin kolayına kaçan MİT’in genel dinleme isteğini reddetmek ve ondan daha inandırıcı gerekçeler ve belirlenmiş numaralar istemek zorundaydı.
Bu yapılmadığı içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yazılı en temel özgürlüklerden biri çiğnenmiş bulunuyor.

Çok talihsiz bir durum
Eraslan Özkaya – Kaşif Kozinoğlu – Alaattin Çakıcı olayı ortaya çıktığında, Özkaya, MİT görevlilerinin zaman zaman yargı organlarını ziyaret ettiklerini ve bazı isteklerde bulunduklarını da açıklamıştı.
O zaman bu ziyaretlerin hangi amaçlarla yapılabildiği üzerinde çok durulmamıştı.
Şimdi ortaya çıkıyor ki bu ziyaretler, en temel özgürlüklerin mahkemeler tarafından askıya alınması sonucunu bile doğurabiliyor.
Türk yargısı açısından da, Türk vatandaşlarının anayasal özgürlükleri açısından da gerçekten çok talihsiz bir durum!
Benzerlerinin tekrarlanmasını önlemek de herhalde siyasi sorumluluk sahibi olanların işi olmalı…