MİLLİYET

'Evlenelim Nuran.. Artık seni ihmal etmek istiyorum!'

  Ramize Erer’in bir karikatürünü gördüm geçenlerde. Bir erkek ile bir kadın, kafede yan yana sandalyelerde oturuyor. Masanın üzerinde bir demet gül var. Adam, kadının elini iki elinin arasına almış, yalvarıyor:

“Her gün çiçek almalar, üstüne titremeler, iltifat etmeler, sürekli espriler yapmalar, beyin fırtınası estirmeler… Yoruldum artık Nuran. Artık seninle evlenmek istiyorum. Evlenip seni ihmal etmek istiyorum. Her erkek gibi ihmal etmek benim de hakkım. Evet de lütfen!”
Karikatür böyle bir şey işte.. Hayatın içinde var olan, her gün yaşadığımız karşılaştığımız gerçeği, acımasız bir şekilde gözümüzün içine tekrar sokuyor ve üstelik buna gülmemizi de sağlıyor.
Gülüp geçtiğimiz bu gerçeğin, aslında yaşamımızın en önemli çelişkilerinden biri olması bile durumu değiştirmiyor.

Alışkanlık denilen virüs
Sorun neredeyse bütün evlilikler için genel geçerliliği olan bir sorun.
Dünyanın neresinde olursa olsun değişmiyor.
Birbirlerinden bir an bile ayrılmaya tahammülü olmayan âşıklar, sonunda muratlarına erince bir süre sonra gevşeyiveriyorlar.
Adına “alışkanlık” dediğimiz bir virüs, ilişkiye bulaşıyor ve bir ucundan usul usul kemirmeye başlıyor.
Geçmiş yıllarda yayımladığım erkek dergilerinin “tavsiyeler” köşelerine kadın okuyuculardan gelen mektupların önemli bir bölümü bu tür şikâyetlerden oluşuyordu.
Erkeğin giderek azalan ilgisi, evde bir karış sakal ve pijamayla geçirilen bitmek bilmez pazar tatilleri, giderek sadece çocukların okulundan ve aylık bütçeden söz etmeye indirgenmiş konuşmalar, hatta hiç konuşmadan geçen çok uzun saatler, sadece gazetelerin okunduğu bir kelime konuşulmadan tamamlanan sabah kahvaltıları…

Kadınlar daha başarılı
Bunca yıllık deneyimimden sonra gördüğüm şu ki bu konuda kadınlar ile erkekler arasında ciddi bir farklılık da var.
Kadınlar, erkeklere göre evlilik içinde eski ilgilerini çok daha uzun yıllar muhafaza edebiliyorlar.
Flört ve nişanlılık döneminde ilişkinin içinde canlı bir kimlik sergileyen erkekler, evlilikle birlikte yavaş yavaş bu canlılıklarını kaybediyorlar.
Bu tabloda evliliğin eskisi gibi devamı için sadece kadınlar çaba gösteriyor.
Elbette, bunun istisnaları da vardır. Hatta “sıkıntı”nın hiç uğramadığı evlilikler olduğunu da biliyoruz. Ama gördüğüm genel gerçek, ilişkiyi canlı tutma görevi daha çok kadınlara düşüyor gibi..
Kadınların önemli bölümünün bu yüzden giderek “kendileri gibi olmamaya başladıklarını da” biliyoruz. Değişen saç renginden tutun da, o güne kadar kullanmayı aklından bile geçirmediği ilginç çamaşırlar satın almaya kadar…

‘Elde ettim; bitti’
Erkekler neden böyle oluyorlar, bilemiyorum.
İlk aklıma gelen şu tarihi kökenleri olan “avcılık” meselesi..
Erkek için erkek olduğunu kendisine ispatlamanın önemli yollarından birinin bir kadını fethetmek olduğu söylenir hep..
Ve bir kere fethedilmiş bir kadının çoğu erkek için artık ilgi çekici olmadığına inananların sayısı da az değildir.
Sanki erkek, bir kadının ilgisini çekmek için bütün gücünü harcamış ve ondan sonra artık ilişkiyi sürdürebilmek için gerekli gücü kendisinde bulamamış gibidir.
Bunun kadınlar açısından büyük bir haksızlık olduğu çok açık.
Bunun çözümünün birbirine yapışık yaşamamak olduğunu yazan yazarlara rastladım. Birbirine yapışmadan, birbirinin üstünde kalmadan ama birlikte yapmaktan zevk alınan ortak alışkanlıkların geliştirilmesi öneriliyor.
Bunu başaranların, etrafımızda “mutlu çift” olarak gördüğümüz çiftler olduğu çok açık.