Barış Manço’nun bir şarkısı vardı: Bugün bayram, erken kalkın çocuklar!
Bu şarkı radyolarda çalınmaya başladığında artık çocukluk yıllarımı bir hayli geride bırakmıştım.
Ve doğrusunu isterseniz çocukları erken kalkmaya çağırmanın ne anlama geldiğini de pek anlayamıyordum.
Çünkü bizim için bayram demek zaten erken kalkmak demekti..
Rahmetli anneannem bayram hazırlıklarına bir hafta önceden başlardı.
Baklavalar açılır, “sarığıburma”lar fırına gönderilir, bayram ziyaretçilerine Antalya’da ikram edilmesi bir gelenek olan turunç, bergamut ve patlıcan reçelleri kavanozlarda hazır edilirdi..
Radyoda türküler
Ama her ne hikmetse “suböreği”ni yapmak bayram sabahına bırakılırdı.
Yufkalar açılır, dev bir tencerede haşlanır, tepsiye dizilir ve fırına verilirdi..
Bu, evin içinde daha sabahın beşinde dev bir orkestranın faaliyete geçmesi gibiydi.
Tencere, oklava, tava, tepsi tıkırtılarıyla müzik yapan bir orkestra!
Tam o orkestra susardı ki, bu kez radyodan “Yurttan Sesler” yükselirdi: Türküler ve oyun havaları!
O tarihte sadece TRT’nin uzun dalgadan yayın yapan tek kanallı bir radyosu vardı ve hâlâ öyle mi bilmiyorum ama bayram sabahları yayın böyle başlardı..
Harçlıklar çatapata
Sonra babam, kardeşim ve beni alır bayram namazına götürürdü..
Ve her namaz, babamın camide vaaz veren hocaya sinirlenmesiyle biterdi..
Çocuk aklımızla nedenini pek bilemezdik, ama artık babamın o “gerici” vaazlara neden sinirlendiğini daha iyi anlıyorum..
Namaz dönüşü mahallemiz de bir âlem olurdu..
Mahalledeki bütün çocuklar namaz dönüşü bahçelerden birinde toplanırdık..
Bayram harçlıklarımızın tümünü mantara ve çatapata yatırır, bütün mahalleyi bitmek bilmez bir gürültüye boğardık..
Kurban Bayramı’nda ise buna bir de “mangal” sefası eklenirdi..
Bahçelerden birinde bizden daha büyük çocukların yaktığı bir mangala, kurbanları kesen kasaplara çaktırmadan aldığımız etleri atar, kahvaltıyı öyle yapardık..
Şimdi bir arife günü bütün bunları tekrar hatırlıyor olmamın, geçmişe dönük hastalıklı bir özlemle ilgisi yok.
Biliyorum ki, şimdiki çocuklar bizden daha akıllı, şimdiki büyükler o zamankilerden daha anlayışlı..
İnsanın farkı…
Ama insan denilen yaratığı öteki canlılardan ayıran önemli şeylerden birisi belki de bu: Geçmişi hatırlıyabiliyor olmak..
Dudağımızın kenarına ilişmiş hüzünlü bir tebessümle geçmişi hatırlamaktan daha “lezzetli” bir duygu var mı? Bilmiyorum, belki de vardır..
Artık ne anneannem hayatta, ne dedem, ne de babam…
Aradan geçen yıllarda en iyi arkadaşım ve eniştem Ömer’i de kaybettim..
Çocukluğumun Antalya’sından iki arkadaşımı da… Naim’i 12 Eylül öncesi “faşist” teröre, abisi Nedim’i ise trafik terörüne kurban verdik..
Ve her bayram sabahı nedense sadece kaybettiklerimi hatırlıyorum.
Onlarla geçirdiğimiz o güzel günleri, Antalya’nın turunç, portakal ve yasemin kokan sokaklarını…
Kusura bakmayın
Biliyorum ki, hiçbir şey o günleri de, kaybettiklerimi de bana geri veremez..
Üstelik şimdiki hayatımdan şikâyetçi olmamı, geçmişle avunmamı gerektiren bir durum da yok ortada..
Yaşamımın en eğlenceli günlerini bana yaşatan o insanları hatırlayarak belki de hayatımdaki bir eksikliği kapatmaya çalışıyorum. Psikolojide bir açıklaması mutlaka vardır bunun ama bilmiyorum.. İlgilenmiyorum da..
Eminim ki, benim yaşadığım bu duyguların benzerlerini sizler de yaşıyorsunuz..
Acaba bütün bunlar, bugün sahip olduklarımızın, hâlâ hayatta olan büyüklerimizin ve yakınlarımızın değerini daha iyi anlamamız için mi?
Bayramınız kutlu olsun..
Bu bayram günü acı tatlı eski anıların hafızanızda canlanmasına yol açıp sizi üzdüysem, kusuruma bakmayın artık.. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim!