Benim liseyi bitirdiğim yıllarda dershaneler bu kadar yaygınlaşmamıştı.
Benim gibi o yılları Anadolu’daki kentlerde geçirenlerin dershanelerden haberi bile yoktu.
Bu yüzden liseyi bitirmemin üzerinden 32 yıl geçtikten sonra bir “dershane”nin neye benzediğini görmek istediğim için aslında kızımın kendi başına da yapabileceği bir işe talip oldum, dershaneye birlikte gittik.. 
Gittiğimiz dershane bu konuda İstanbul’da ünü bir hayli yayılmış bir “eğitim kurumu”..
İyi bir lise gibi
Beşiktaş çarşısında bir işmerkezinin üst katlarında bir yer..
Kapıda üniformalı bir özel güvenlik görevlisi bizi karşıladı.. Demek ki burası isteyen herkesin elini kolunu sallayarak girebileceği bir yer değil diye düşündüm. 
Kapıdan içeri girdiğimde karşılaştığım manzara beni gerçekten çok şaşırttı.
Pırıl pırıl temizlenmiş ve özel bir malzeme ile kaplanmış bir zemin, geniş bir salon, salona açılan dershane kapıları ve salonun bir köşesinde “idare” bölümüyle burası iyi bir semtteki iyi bir liseden hiç de farklı bir yer değildi.. 
Polifonik bir zil çalınca öğrenciler dershanelere giriyorlar, ardından da öğretmenleri.. Öğretmenler ciddi görünümlü, öğrenciler saygılı.. Tıpkı herhangi bir kentteki herhangi bir lise gibi..
Dikkat ettim, idare bölümünde çalışanlar bir şeyler sormak için oraya gelen öğrencilere isimleriyle hitap ediyorlar.. Demek ki öğrencileriyle yakın ilişki kurmayı başarmış bir kurum diye düşündüm.. 
Dersler başladıktan sonra devamsızlık vs. gibi konuları haber vermek için benden ev, iş ve cep telefonumu da aldılar.. Birçok devlet lisesinin yapmak istese bile altından kalkamayacağı bir bürokratik düzen var dershanelerde.. 
Dün size sözünü ettiğim TED tarafından hazırlanmış “Türkiye’de Üniversiteye Giriş Sistemi Araştırması ve Çözüm Önerileri” isimli raporda okuduklarım, gördüklerimin tekil bir örnek olmadığını ortaya koyuyor.
Rapordan anlaşılıyor ki günümüz Türkiye’sinde dershane sistemi başlangıçta ortaöğretime destek amacıyla ortaya çıkmış da olsa giderek okulu ikame eden bir paralel eğitim sistemine dönüşmüş. Ortaöğretimin “olmazsa olmaz” bir parçası haline gelmiş. 
Raporda şöyle bir bölüm var: “Üniversite kapısındaki öğrencilerimiz hayatında ÖSS’den daha önemli bir şey olmayan, sosyal hayattan tecrit edilmiş, günün büyük bölümünü sınav hazırlığına hasretmiş, bir test makinesine dönüşmüş, yıllarca dershaneye devam edip etüt, kurs, özel dersler almış bir tip oluşturmaktadır. Çizilen profil, varlığını ve tüm çabasını sınava adamış bir kişiliğe aittir.. Türk eğitim sisteminde tüm kademeler arası geçiş sınav sistemiyle yürütüldüğü, ÖSS’nin bu sınav düzeninin zirvesini oluşturduğu göz önüne alındığında, çizilen kişiliğin ne derece test türü sınav odaklı hale geldiği anlaşılacaktır. Karşımızdaki, bir zamanların ‘mektep talebesi’ tipi gibi, kendine özgü hayat tarzı, uğraşısı, kişiliği ve psikolojisi ayırt edilebilen, reel sosyolojik bir varlık kazanmış ‘dershane öğrencisi’ tipidir.”
Sorun çok büyük
Bu değerlendirmeyi hafife almamak zorundayız. Karşımızda test sınavlarına odaklandığı için düşünmeyi, algılamayı unutmuş bir nesil var artık..
Basit bir kompozisyonu bile yazamayan, Türkçeyi doğru kullanamayan, ilkokulda öğrendiği temel dil bilgisi kurallarını bile liseyi bitirene kadar tamamiyle unutan bir nesil.. 
Bilgiyi kendisine sunulan beş seçenek içinden doğru olan bir tekini işaretlemekten ibaret gören, bilim öğrenmenin yaşamlarımızda oynayabileceği rolden haberi olmayan, bunu aklına bile getiremeyen bir nesil..
Gerçekten çok büyük bir sorun ile karşı karşıyayız ve elimizden bunu seyretmekten başka şeyler de gelebileceğinden haberimiz de yok!
