Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Gerçekçi ol, imkansızı iste!

  Gönen’deki evinden, Avustralya’daki Aborijinler’e katılmak için kaçan Umut’un öyküsünü izliyorum cumartesi gününden beri.

Cumartesi günü Umut’un fotoğraflarını yazıişleri toplantısında gördüm. Arkadaşlar “evden kaçmış” dediler. Aborijinler’e katılmak amacıyla bir pusula ve pasaportunu aldığı gibi yollara düşmüş.
Onun için çok endişelenmiştim. Zeka pırıltıları saçan gözlerine bakıp “Hemen evine dönmelisin” diye geçirdim içinden. “Bu dünya sana göre değil.” Sonra “fotoğrafını basmalıyız” diye düşündüm. “Basalım ki görenler tanısın ve evine geri dönmesini sağlasın…”
Sonunda gazetelerde fotoğrafını görenlerin tanıması sayesinde Umut evine döndü. Ben de derin bir nefes aldım.
Umut’a verecek çok öğüdüm yok. Umut yaşlarında olup evlerinin dışındaki dünyayı keşfetme arzusuyla yanan başka her çocuğa söyleyebileceklerim dışında: Çok sıkıcı da olsa okulunu bitirmelisin. İleride hayallerini kaybetmediğin sürece onları gerçekleştirmek için çok vaktin olacak. Bu dünya öyle acımasız ki senin gibi bir çocuğa akla gelmeyecek zararlar verebilir. Hayallerinin peşinden gitmeye karar verdiğinde bu dünyanın kötülükleriyle mücadele edebilme gücüne ve bilgisine de sahip olmalısın ki hedefine ulaşabilesin…

Aborijinler ‘çoook uzakta’
Yazının bundan sonraki kısmı biz yetişkinler için…
Umut, Aborijinler’e değil de Doğu Yeni Gine’de yaşayan Dobular’a özenseydi hiçbir yere kıpırdaması gerekmeyecekti.
Dobular, daha önce söz etmiştim, dünyanın en mutsuz halkı olarak biliniyorlar. Ruth Benedict’in araştırmaları Dobular’ın gülmeyi uğursuzluk sayan, her türden mutluluğun gizlenmesi gerektiğine inanan, en yakınlarından bile kuşku duyan paranoyak bir toplum olduğunu ortaya koymuştu. Biraz bize benziyorlar sözün açığı… Dobular’a özenseydi Umut, sokak kapısının hemen dışında aradığını bulacak ve kaçmasına asla gerek kalmayacaktı.
Aborijinler, yaşamın zaman ve mekanla sınırlandırılamayacağına inanan bir halk. Doğadaki tüm canlıların insanlarla akraba olduğuna inanıyorlar ve yaşamlarını aynı zamanda çevrelerindeki öteki canlılarla da paylaşıyorlar.
Cümleleri aslında geçmiş zamanda yazmak daha doğru olurdu çünkü artık Avustralya’da “medeni” diye tanımladığımız, bildiğimiz yaşam biçimiyle temasa geçmemiş bir “yerli” bulmak da neredeyse imkansız…
Bu özellikleriyle Aborijinler’in, bir çocuğun hayal dünyasında nelere karşılık gelmiş olabileceklerini düşünmek hiç de zor değil.

Hayallerin peşinde…
Umut’un kısa yolculuğunu izlerken Coelho’nun Simyacı’sını hatırladım. “Kendi kişisel menkıbesini yaşayana hayat cömerttir” sözlerini…
İçimizdeki meraklı çocuğu, içine hapsettiğimiz günlük çıkarlarımızdan kurtarabilsek bizler de bir pusula ve bir pasaportla kendi kişisel menkıbemizi arayabilirdik kolaylıkla…
Cüneyt Bağdadi’nin sözü gibi: “Aramakla bulunmaz, ama bulanlar da ancak arayanlardır.”
Ya da Anais Nin’i dinleyebilirdik: “Hayatınız cesaretiniz oranında genişler ya da daralır.”
Şimdi kime ait olduğunu anımsayamadığım bir söz daha var: Hayallerinizin ölmesine izin vermeyin. Hayalleri olmayan biri ölü biridir.”
Büyümüş olmak, acaba aramaktan vazgeçmekle mi özdeşleşmiş kafamızda?
Ya da bulduğumuzu zannettiğimiz ve artık aramaktan vazgeçtiğimiz şey bu kısır hayatlarımız mı? Parayla, makamla, onların verdiği statü ile tarif edilmiş bir hayat?
İçinde sadece bizim olduğumuz, kendi ıssızlığımızda kaybolduğumuz ama kaybolduğumuzun farkında bile olmadığımız bir hayat?.
68’in ünlü sloganını, “Gerçekçi ol, imkansızı iste”yi hepimize unutturan da bu muydu?