Dede Korkut günümüzde yaşıyor olsaydı yarattığı masal kahramanlarının arasına şöyle bir tip katmak isteyebilirdi diye düşündüm: Binlerce gözü ve binlerce kulağı olan bir yaratık… Ama bu öyle bir yaratık ki aynı zamanda psikiyatri doktorası da yapmış…
İşi de Türk eğlence hayatına takılan bizim gibi tiplere, daha o gürültünün yarattığı baş ağrıları geçmeden hemen o sabahtan itibaren psikiyatrik tedavi yapmak…
Binlerce göz ve binlerce kulak bu amaçla gerekiyor… Ağzının tek olmasında bir sakınca yok, nasıl olsa herkese aynı şeyi söyleyecek: “Korkmayın anormal olan sadece siz değilsiniz…”
Bilmeyeni dövüyorlar!
Bu fikir aklıma Eskişehir’deki Doors isimli “eğlence dünyası”nda geldi, ama benzeri manzaralara cennet vatanımızın her köşesindeki değişik eğlence mekânlarında da rastlamanız kaçınılmaz.
Bu eğlence mekânlarına insanlar genellikle çiftler halinde, eş-dostlarıyla birlikte gidiyorlar. Sevgilililer, yeni evliler, eski evliler, karşı cinsten bir arkadaş arayanlar vs.
Bizim gittiğimiz gece Doors’ta sahneye Hande Yener isimli hanım çıkıyordu. Kendisini televolelerden tanıyorsunuzdur. En az bir iki şarkısını da bugüne kadar ezberlemediyseniz hatayı kendinizde aramalısınız, ezber yeteneğiniz zayıf olmalı…
Hande Hanım sahneye çıktığında her sanatçı gibi en çok sevilen şarkısını söylüyor ilk olarak: “Sen yoluna, ben yoluma… Sen kimi, istersen koluna onu tak..” gibi sözleri olan bir şarkı…
Peki orada işiniz ne?
Şarkının daha ilk sözleri salonda yankılanmaya başlayınca büyük bir şamata kopuyor ve özellikle de kadın misafirler bir ağızdan bu şarkıyı bağıra çağıra söylemeye başlıyor… O kadar içten ve hissederek söylüyorlar ki normal olarak yanınızdaki kadın bunu söylediğinde en azından “mekânı” terk etmeniz gerekir. Bu tabii sakin yaradılışlılar için geçerli… Asabi bir tipseniz elinizden bir kaza çıkma olasılığı da var.
Düşünmeden edemiyorum: Peki bu kadar “Sen yoluna, ben yoluma”cıysanız bu beylerle burada işiniz ne?
Tutmayın kadınları!
Bir ağızdan söylenen şarkılar iki gruba ayrılıyor: Ya kadın, yanındaki adamdan kurtulmak istiyor, onun aşkını ifade ediş tarzından memnun değil, aldatıldığını düşünüyor ve o da intikam için aldatmaya karar vermiş vs… Ya da ciddi bir dram var, aşk acısıyla parçalanmış yürekler söz konusu…
Ama bütün bu şarkı sözleri öyle bir tempo ve heyecanla söyleniyor ki kimisi oturduğu yerde, kimisi de ayakta göbek atıyor!
Şöyle bir şarkı var mesela: “Ne bir sevenim var, ne seven bir kalbim… Ayaklar altında sürünüyorum!”
Şimdi şarkının sözlerine bakınca ortada ciddi bir dramın yaşanmakta olduğu çok açık. Peki böyle bir dramın öyküsü anlatılırken kalkıp göbek atmak, gerdan kıvırmak ne kadar doğru bir davranış? İşte “Bize bir Dede Korkut Psikiyatrı lazım” derken bu tabloyu kastediyorum. Başkalarının dramlarıyla eğlenmek nasıl bir ruh durumu?
Tribün deformasyonu
Şimdi Ali Atıf Bir diyecek ki “Kardeşim sen de aynı şarkıyla eğlenmiyor muydun?” Haklı bir soru… Ama unutmamak gerekir ki bende “açık tribün deformasyonu” var… Yani aynı şarkıyı ben şöyle söylüyorum: “Sarı Kanarya, bizim canımız, sarı-lacivert akar kanımız..” Dikkat ettim salondaki erkeklerin büyük bölümü kendi tuttuğu takıma uyarlanmış hallerini söylüyor şarkıların… Ama kadınlar öyle değil, onlar resmen başkalarının acılarıyla eğleniyorlar…
Mesleki meraktan!
Bir de paket paket peçeteyi havalara fırlatma âdeti var. Büyük bir olasılıkla akıllı bir kâğıt peçete pazarlamacısının icat ettiği bir eğlence yöntemi.. Memleketin bütün selülozları, beyaz kuşlara dönüşmüş bir şekilde havada uçuşuyor! Bunun insana nasıl bir tatmin duygusu verdiğini gerçekten merak ediyorum. Ama yine de masadaki meyve tabaklarını havaya atmalarından daha iyi olduğu çok açık. Hiç olmazsa başkalarını yaralama tehlikesi yok.
“Çok eleştiriyorsun ama anlattıklarına bakılırsa sen de böyle yerlerden çıkmıyorsun” diyecek olanlara ise teessüflerimi bildiririm. Buna “mesleki merak” deniliyor!