MİLLİYET

Güzel İzmir'e yapılanlar 'asfalyamı' attırdı!

  Geçen hafta Milliyet Pazar’da yayımlanan bir röportajdan bir bölüm hatırımda kaldı.. Elif Korap’ın, İzmirli iki genç kızla yaptığı röportajdan söz ediyorum..

AKP’nin İzmir adayı Taha Aksoy’un kızları seçimlere çok az bir süre kala babalarının seçim kampanyasına katıldılar ve medyanın da ilgisini çektiler..
İlginin nedeni iki genç kızın güzelliğinden daha da çok, görüntülerinin kafalarımızdaki AKP imajı ile uymuyor olmasıydı hiç kuşkusuz, ama gazetelerdeki haberler de çoğunlukla kızların “güzellikleri” üzerine kuruluydu.
Banu Aksoy Macit röportajda bu haberler hatırlatıldığında şu yanıtı vermişti:
“İzmirli kızların gerçekten güzel olduklarına ben de inandım artık. Babam İstanbul’da bazı haber bültenlerine çıktı. Döndüğünde dedi ki karşılaştığı bütün spikerler İzmirliymiş.. Artık ‘İzmirli kızların güzelliği tescillendi’ dedi.”
Betül Aksoy ise şunları söylemişti: “Bence İzmirli kızların yüreklerinin güzelliği yüzlerine yansıyor.”

Ah o eski İzmir…
“İzmirli kızlar güzel olurlar” diye bir efsane var, bunu biliyorum. Öte yandan bunun sadece bir efsane olmadığını bilebilecek kadar İzmir’de de yaşadım.
Antalya’da çocukluğumun geçtiği mahallenin en güzel kızı da bir İzmirliydi: Cihangül..
Gençlik yıllarında bir arkadaşım da şöyle derdi: “İzmirli bir kıza âşık olmadıysan, âşık olmuş sayılmazsın!”
Tanrıya şükürler olsun ki “âşık olmuş sayılmayacağım” bir yaşamım da olmadı.. Ama bu sayede şunu da öğrendim: İzmirli kızlar güzel olurlar, onlara aşık olmak da iyi bir şeydir ama “asfalyaları atınca” ortadan kaybolmak da akıllı bir insanın yapması gereken bir şeydir ve bu yüzden kendimi “akıllı” bulurum… (Not: Eski İzmirliler, elektrik sigortasına “asfalya” derler.)
Bütün bu uzun girişi yapmama neden olan şey “Küllerinden Doğan Şehir” isimli bir kitap oldu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bastırdığı, içinde eski İzmir’den fotoğraflar olan büyük bir kitap..

Sadece ‘beton denizi’
Seçimden bir hafta önce “nabız tutmak için” İzmir’deydim.. Altınyol’da dev bir reklam panosu gördüm: “Şehir güzel, kızlar güzel, jantlar neden güzel olmasın?”
Otomobil jantı reklamını böyle yapmak ancak bir İzmirlinin aklına gelebilirdi zaten..
Reklamdaki öbür önermelere katılıyorum ama “şehir güzel” tespitine kafam takıldı.
Benim çocukluğumun İzmir’i gerçekten güzel bir şehirdi.. Ama şimdi Kadifekale’den şehre bakınca muazzam bir beton denizi görüyorum.. Kültür Park’ın yeşilliğini bir kenara bırakacak olursak içinde ağaç bulunmayan, Körfez’in yeniden mavileştiğini bile görmenize engel olan bir beton denizi..
Sözünü ettiğim kitapta İzmir’in 1922’den günümüze kadar iki kere yeniden inşa edildiği yazılı..
Büyük maddi sıkıntıların yaşandığı Cumhuriyet’in ilk yıllarında açılan yollar, eski yangın yerinde kurulan park, bahçeli iki üç katlı evlerden oluşan mahalleler, Alsancak’tan Güzelyalı’ya kadar olan sahil kesiminde müstakil evler..

Korumak için artık çok geç
1950 sonrasında birdenbire patlayan “apartman” hastalığının şehri bir ur gibi sarıp sarmalamasının ilk dönemlerini de hatırlıyorum. Sonraki yıllar içinde geriye Kordon’da bu evlerden kala kala iki tanesi kalabilmiş.. Bir tanesi neredeyse yıkılmak üzere, diğeri Yunan Konsolosluğu..
Kitaptaki eski fotoğraflara bakarken tanımadığım bambaşka bir İzmir’le karşılaştım.
Şehir artan nüfusunun ihtiyacını büyük beton bloklar dikerek karşılarken neden bu yeni binaların eskileri yıkarak yapmak gerektiği sorusuna da doğru dürüst bir yanıt bulamadım.
Kentine sahip çıkmak, kentini sevmek, kentinin mimari dokusunu da korumaktır aslında. Sadece İzmir’de değil, neredeyse bütün Türk şehirlerinde Cumhuriyet’ten beri aynı arsaya en az iki bina yapıldığını biliyoruz. Ankara’nın da Cumhuriyet’ten sonra üç kere yıkılıp yeniden yapıldığını okumuştum bir yerde..
Demek ki sorun sadece parayla ilgili değil.. Bir kenti iki kere yıkıp yeniden yapacak para, kentin orijinal dokusunu bozmayacak bölgelerini imar etmeye de yeterdi oysa..
Ve en acısı da şu ki, artık korumaya kalksak da, elde koruyacak şehir kalmadı!