Sanıyorum benim yaşlarımdaki her erkek benzer bir duyguyu yaşıyor: İlerleyen yıllarla birlikte kendimizi giderek daha genç hissetmeye başlıyoruz.
Geçenlerde kışlık giysilerimi elden geçirirken fark ettim ki sahip olduğum “spor” giysilerin miktarı 20’li, 30’lu yaşlarım boyunca sahip olduğumdan daha fazla..
Renk tercihlerimde de bir “gençleşme” görüyorum. Eskiden gri ve mavinin değişik tonlarından başka bir şey giymezdim, şimdi sarılar, yeşiller, kırmızılar içinde yüzüyorum!
Dikkat ettim, arkadaşlarımın da durumu benden farklı değil.
Kılık kıyafetlerini seçerken yaptıkları tercihler, üniversitede okuyan bir delikanlıdan onları ayırt etmeyi de zorlaştırıyor.
Saçlarındaki beyazlar, kelleşme ve göbek çevrelerindeki genişleme olmasa hepimizi kolayca kandırabilirler de..
Gail Sheehy’nin erkeklerin yaş dönemeçlerini anlattığı yeni kitabını elime alınca ilk işim “Kazançlı Kırklar – Neden kendimi hâlâ bir çocuk gibi hissediyorum” isimli bölümü okumak oldu. Gördüm ki “yalnız değilim”!
Orta yaş bunalımı
Gail Sheehy ismi, biz Türkler için hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Ama meslek yaşamımın bir bölümünde bazı erkek dergilerinin editörlüğünü yaptığım için olsa gerek özellikle Amerikalı erkekler için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
Dünya, “erkeklerin orta yaş bunalımı” kavramıyla Sheehy’nin, 1977 yılında yazdığı “Passages” isimli kitapla tanıştı. Ciddi bir sosyal antropolog olan Sheehy’nin kitabı New York Times’ın “çok satanlar listesi”nde tam üç yıl süreyle kaldı ve Amerikan Kongre Kütüphanesi tarafından çağımızın en etkileyici on kitabından biri seçildi.
Erkeklerin zor dönemi
Kitabın yayımlandığı yıllarda erkeklerin orta yaş bunalımı ile ilgili tartışmalar günümüzde artık işportada bile satılan bazı ilaçlarla yön değiştirdi ama yetişkin erkeklerin hayatlarının aslında hiç de kolay olmadığını bilebilecek yaşa da geldim.
Gail Sheehy’nin Türkçede de yayımlanan yeni kitabı “Erkeklerde Yaşam Dönemeçleri – Kim Korkar Andropozdan?” adını taşıyor. (Troya Yayıncılık, Çeviren: Selçuk Şahin)
Kitabın yaşıtım erkekleri ve kadınları ilgilendiren bölümleri ile ilgili düşüncelerimi ileride yazacağım.
Bugün Sheehy’nin kitabının bana düşündürttüğü bir başka konuya dikkatinizi çekeceğim.
Her şey değişince..
Sheehy, kitabına yazdığı önsözde “kendisinden haber alamadığımız dönemde” başından neler geçtiğini de anlatıyor.
Sheehy’nin kocası Clay, bir derginin editörü olarak uzun yıllar çalıştıktan sonra bir gün emekli oluyor.
Tam iki yılı yaşamının emeklilik sonrasını tanzim etmeye çalışarak geçiriyor..
Ancak gazeteciliğin kendine özgü yoğun temposundan sonra kendisini büyük bir boşluğun içinde bulmaktan da kurtulamıyor.
Tesadüfler Clay’i, Berkeley’deki California Üniversitesi’nde bir “dergicilik enstitüsü” kurmaya yönlendiriyor. Bunun sonucunda karı-koca New York’u terk edip ülkenin öbür ucunda yeni bir hayata başlamak üzere yola çıkıyorlar..
Üniversiteli bekâr öğrencilerin oturabilecekleri standartlardaki bir evde yeni bir yaşam ve çevre kurmaya çalışıyorlar. Gelir düzeyleri düşüyor ve her şeye adeta sıfırdan yeniden başlamak zorunda kalıyorlar.
Yanıtlar ‘hayır’ olur
Öykünün burasına gelince durdum: Aynı durum eşlerden kadın olanının başına gelseydi, erkek eş, bütün çalışma ve sosyal düzenini bozup New York’tan, Berkeley’e gitme kararına katılabilir miydi?
Palavracıları bir kenara bırakacak olursak yanıt “hayır” çıkar sanıyorum.
Maço değerlerin hâkim olduğu bir dünyada kadınlara her defasında düşen rol bu oluyor ne yazık ki..
Çocuk doğunca işten ayrılmak zorunda onlar kalıyor, erkek şu ya da bu nedenle yeni bir düzen kurmak için harekete geçtiğinde o güne kadar sahip oldukları her şeyi (kariyer, arkadaşlıklar vs.) geride bırakmaya razı olanlar da kadınlar oluyor.
Bu durumdan Gail Sheehy gibi en entelektüel ve başarılı kadınlar bile kendilerini kurtaramıyorlar.
