MİLLİYET

İçimizde bazılarının "özür" borcu var!

 ”En iyi yargıç zamandır” sözüne inanırım. Milliyet muhabirleri Tolga Şardan ve Gökçer Tahincioğlu, eski Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu ve Alaattin Çakıcı arasındaki ilginç ilişkilerle ilgili haberlerin peşine düştüklerinde akıllarında sadece gazetecilik yapmak vardı.

Milliyet Yazı İşleri de o günlerde bu haberleri birbiri ardına gazetenin manşetinden yayımlarken aynı düşünceyle hareket ediyordu: Gazetecilik görevlerinin gereğini yerine getirmek..
Birçok kişi “tehlikeli sularda” dolaştığımızı düşünüyordu.
Yargı sistemimizin en tepesindeki kişiyle ilgili haberlerin, Türkiye’nin hukuk düzeni dikkate alındığında yazanlar ve yayımlayanlar açısından “tehlike” oluşturabileceğini biz de biliyorduk zaten.
Ancak bizim mesleğimiz, böyle tehlikeleri göze almayı gerektiriyor.

9 tazminat davası açıldı
Türkiye’nin önemli bir arınma sürecinden geçmekte olduğunu düşünüyorsanız ve gazetecilerin görevinin de bu sürece hizmet etmek olduğuna inanıyorsanız başka türlü düşünemezsiniz.
Önünüze çıkarılabilecek yasal görünümlü engellere, malum çevrelerden gelen ve hiçbir zaman eksik olmayan tehditlere kendinizi kaptırırsanız, işinizi yapamazsınız.
Nitekim çok geçmeden bu haberlerle ilgili olarak bir dava bombardımanına uğradık.
Birbiri ardına açılan tazminat davalarının muhatapları arasında Milliyet muhabirleri, o dönemdeki Genel Yayın Müdürü, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve bazı Milliyet yazarları vardı.
Böyle 9 tazminat davası açıldı. Oldukça yüksek tazminat istemleriyle..
Davalarla ilgili gelişmeleri Milliyet sayfalarında okudunuz.
Bağımsız Türk yargısı, bu konuda önyargılı olanları utandıracak kararlar verdi.
5 tazminat davasını kazandık. Kalan 4’ü de bugün yarın sonuçlanacak. O davalarda verilecek kararlara da elbette saygılı olacağız.
Bu kararlarla ilgili bir yazı daha önce yazmıştım. (21 Mayıs 2005)
Bugün 5 beraat kararının ardından dikkatleri bir başka konuya çekmek istiyorum.
Bu haberlerin yayımlandığı günlerde bazı gazetelerdeki bazı meslektaşlarımızdan hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştık.

Beklenmedik tepkiler geldi
“Hiç beklemediğim” bir tepkiydi çünkü bu meslektaşlarımız, deyim yerindeyse “basın etiği” denince mangalda kül bırakmayan, gazetecinin görevinin her şart altında dahi doğruyu araştırıp bulmak olduğunu savunan kişilerdi.
Bu haberlerin yayımlanmasına en çok onların destek vermesini beklerken, onların acımasız eleştirilerine muhatap olmuştuk.
Eleştirileri, bu haberlerin belli bir çevre tarafından kasıtlı olarak sızdırıldığı, hedefin laik düzen olduğu, haberi yazan ve yayımlayanların “kullanıldığı” gibi konular etrafında toplanıyordu.
Haberlerin bir “komplo” olduğu iddia ediliyor ve bu komploya alet olmakla suçlanıyorduk.
O günlerde, bu iddiaların sahiplerine yanıt verme işini “en doğru yargıç olan zamana” bıraktım.
Aradan geçen zaman bizim haklı, bu iddia sahiplerinin haksız olduğunu ortaya koydu.
Ankara’daki mahkemenin verdiği karardaki şu sözleri tekrar okumalarını istiyorum:
“Basının görevi, kamu yararı bulunan haberleri gerekli ayrıntılarıyla toplayarak halka ulaştırmaktır. Basın haber vermek kadar, eleştiri ve yorum yapma hakkına da sahiptir.”

Hatırlatma niyetine..
Dikkat ettim, lafa geldi mi “basın etiği” sözünü dilinden düşürmeyen bu meslektaşlarımızdan hiçbiri bu mahkeme kararlarından söz etmediler.
Hatta aralarında bazıları, bu haberler nedeniyle ödül alan Tolga ve Gökçer arkadaşlarımız için düzenlenen törene de katıldılar ve onları alkışladılar!
Ama hiçbiri köşesinde “Ben yanılmışım, o zaman suçladığım arkadaşlarımdan özür dilerim” diye bir küçük not dahi yazmadı.
İsimlerini burada vermiyorum, çünkü onlar kendilerini biliyorlar ve niyetim bir polemik yaratmak da değil.
Ama bu durumun ileride basın tarihi yazacaklar açısından bir hatırlatma notu olarak bugün bu köşede yayımlanmasını istedim.