İdam cezasından vazgeçersek, Kürtçe yayın ve eğitim konusunda Avrupa Birliği standartlarına uygun bir ilerleme yaparsak hemen Avrupa Birliği’ne mi gireceğiz?
Hayır, böyle bir şey olmayacak…
Türkiye, Avrupa Birliği ile üyelik görüşmelerine başlamak için hazırladığı ve gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği “ulusal programını” uygulamakta kararlı olduğunu gösterecek…
Bunun sonucunda da AB, Türkiye ile üyelik görüşmelerinin başlaması için bir tarih belirleyecek…
Türkiye, eğer ulusal programını uygulamamakta direnirse, yıl sonunda böyle bir tarih belirlenmeyecek…
Bir daha da Avrupa Birliği’nin genişleme kararını ne zaman alacağı belli olmadığı ve belki de daha on yıllarca böyle bir karar almayacağı için Türkiye’nin üyelik görüşmelerine başlaması belirsiz bir tarihe kadar hayal olacak…
Protesto uğruna…
Üyelik görüşmelerinin başlatılmamasının muhtemel sonucu Gümrük Birliği anlaşmasının Türkiye tarafından askıya alınması olacak…
Toplam olarak 34 milyar doları bulan karşılıklı alışverişi tehlikeye düşürecek bir karar… 2001 yılında Türkiye, Avrupa Birliği üyesi ülkelere toplam 16.1 milyar dolarlık ihracat yaptı. Türkiye’nin toplam ihracatının yarısından biraz fazlası AB ülkelerine yapılıyor… Türkiye, AB üyelerinden sağladığı turizm gelirleri ve işçi dövizleri nedeniyle AB ile dış ticaretinde toplam 10 milyar dolara yakın bir fazla veriyor…
Türkiye, gerçekçi düşünürsek sırf “protesto” uğruna bu ticari avantajından vazgeçebilecek bir ülke midir? Duygularımızdan arınıp yanıtlamamız gereken bir soru bu…
Daha zaman var
Yazımın başında sorduğum soruya dönelim…
Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne üyeliği sadece idamı kaldırmakla ya da başka bazı demokratikleşme adımlarını atmakla gerçekleşmeyecek… Türkiye ile AB arasındaki üyelik görüşmeleri en iyimser hesaplarla bile daha beş – altı yıl zaman alacak. Bu sürenin ülkemizin bilinen şartları nedeniyle daha da uzaması olası…
Toplumumuzun belirli çevrelerinde AB üyeliği nedeniyle var olan bazı kuşkular ile ilgili olarak gerekli düzenlemelerin yapılmasına, iyileştirmelerin sağlanmasına olanak sağlayacak kadar uzun bir süre bu…
Ama bu süre sadece bu açıdan önem taşımıyor.
İlaç gibi gelecek
AB ile tam üyelik görüşmelerine başlamak, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu ekonomik sorunlar için de ciddi bir ilaç görevi görecek… AB’nin değişik kalkınma fonlarından yararlanma olanağının yanı sıra, ciddi bir yabancı sermaye akışının da sağlanabileceği bir süre bu…
Polonya’da bu rakamın on milyar dolarlar düzeyine çıktığını, Türkiye’nin şu anda bu rakamın onda birini bile alamadığını da hatırlatayım.
Gerçek bir yol ayrımındayız… Önümüzdeki on yılda ya yıllık kişi başına milli gelirimizi 9 bin dolarlar düzeyine çıkarıp, gelişmiş bir ülke olmaya yöneleceğiz; ya da üç bin doların altında milli gelir elde edebilen ikinci sınıf bir Ortadoğu ülkesi…
İpin ucunda kaderini bekleyen Abdullah Öcalan değil, Türkiye’dir…