MİLLİYET

Gazetecinin dostu olmaz. Ne yazık ki gerçek bu..

  “Bir gazetede köşe yazarı olmak bir nemfomanyak ile evli olmaya benzer. İlk iki haftası harikadır!” diyor Lewis Grizzard…

Bir başka “meslek büyüğümüz” Joseph Pulitzer ise şöyle söylemiş vaktiyle: “Gazetecilerin hiç dostu olmayacak…”
Bu meslek gerçekten de böyledir, kendi hayatımdan da biliyorum. Benim telefonum durmaksızın çalar: Günün her saatinde… Yılın her gününde… Yedi yıl kadar önce işsiz kaldığım bir aylık süre hariç!
O zaman dehşet içinde fark etmiştim ki beni günün en alakasız saatlerinde arayanların çok önemli bölümü beni ben olduğum için değil, gazeteci olduğum ve bir işe sahip olduğum için arıyorlarmış…

…ve haberi yayımlarsınız
Her gün değilse bile sık sık bir eski arkadaşınız, uzun süredir tanıdığınız bir iş adamı, sohbetinden zevk aldığınız bir sanatçı ya da bir politikacı ile ilgili haberler önünüze gelir.
İlk tepkiniz o haberi görmezden gelmek olur. Sonra o haberin yazı işleri masasında sizin önünüze gelene kadar geçirdiği süreci hatırlarsınız. Bir genç meslektaşınızın o haberi getirmek için katlandığı güçlükleri, haberi oluşturana kadar yaşadığı heyecanı düşünürsünüz. Bir de “haber atlama” kaygısını taşırsınız içinizde. Bunları düşünmeye başlamanız kararınızı verdiğiniz anlamına gelir, haberi yayımlarsınız.

Politikacılar kin tutmaz
Sonrası klasiktir. Daha evde sabah çayınızı içerken çalan bir telefon, kızgın bir ses ve bir “eski tanıdık” daha…
Allahları var, politikacılar “kin tutmazlar”… Kızar, söylenir, küserler ama bir süre sonra sanki o olay hiç yaşanmamış gibi yeniden ararlar.
Siz de bilirsiniz ki bu dostluğun ömrü bir başka habere kadardır.
Bir de iktidar sendromu var tabii… Muhalefetteyken sık sık yemek yediğiniz, sohbet ettiğiniz, telefonla konuştuğunuz politikacı, iktidara geldiğinde en ufak bir eleştiride bile küser. Bunu dert etmezsiniz, çünkü bilirsiniz ki yarın muhalefete düştüğünde bunların hepsini unutacak ve yine en iyi dostunuz olacaktır.
Zaten ne yaparsanız yapın politikacılara yaranmak da mümkün değildir. Haberi resimsiz yayımlarsınız, “Neden resim koymadın, bana karşı bir karar mı var?” diye sorarlar… Haberi fotoğraflı yayımlarsınız bu kez fotoğrafı beğenmezler…

Hormonlanmış egolar
Bu paranoya ile baş etmek mümkün değildir. Zannederler ki gazeteciler yılın belli dönemlerinde bir araya gelip, “Şimdi Recep Bey’i çirkin gösterelim, yarın Ayla Hanım’ı bu alemden silelim” gibisinden kararlar alıp, uyguluyorlar…
Sanat dünyası da, magazin alemi de böyledir. Yazarlar, ressamlar, şarkıcılar, müzisyenler, mankenler bu paranoya içinde yaşarlar…
Hepsinin egoları hormonlanmıştır ve bu şişkin egoya bir iğne batırma teşebbüsünüz asla affedilmez. Kendilerini çok önemsedikleri için de bunun büyük bir komplonun bir parçası olduğuna inanırlar. Bu, egolarını daha da şişirir, kendilerine duydukları aşkın büyüsünü artırır.
Bu açıdan gazeteciler ile polisler kader yoldaşıdır…. Ne onlarla olunabilir ne de onlarsız…

Küskünlere ithafen…
Bu kadar lafı niye anlattım?
Geçenlerde hakkındaki haberlerle henüz kızdırmayı başaramadığım bir arkadaşım, gazeteciler ile ilgili “halisane” duygularını göndermiş. Hepsi tanınmış politikacı ve yazarlardan alınmış bir “kotasyon” dizisi halinde…
Bazılarını buraya da aktarıyorum. Bütün gazetecilik serüvenim boyunca kızdırıp, küstürdüğüm tüm eski tanıdıklarıma ithaf ederek…
“Bilim adamlarının hayvanlara eziyet etmesi affedilemez, onlara deneylerinde kullanmaları için gazetecileri verelim.” – Henrik İbsen
“Hiçbir şey okumayan bir insan, sadece gazete okuyan bir insandan daha iyi eğitimlidir.” – Thomas Jefferson
“Gazete okuyarak dünyada neler olduğunu anlamak, saatin sadece yelkovanına bakarak zamanı öğrenmeye benzer.” – Ben Hecht