MİLLİYET

Kalbinde olmayanı, kaleminde bulamazsın

 Gülten Akın’dan bir dize kalmış, aklımda: “Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya..”

Geçenlerde “Gazete köşe yazarları ne işe yarar” başlıklı bir yazı yazmıştım. Gazetelerde çok sayıda köşe yazarı olduğundan ve bazı köşe yazarlarının ‘çok özel’ konularda yazılar yazdığından yakınanlara bir yanıt denemesiydi..
Gazete, esas olarak insanların yurtta ve dünyada neler olup bittiğinden haberdar olmalarını sağlayan bir “ortam”.. Köşe yazarlığı da bu “ortam”ın vazgeçilmez bir parçası.. Köşe yazısı da olayların daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla okuyucuya düşünmesi için ipuçları veren, yaşamı daha kolay anlayabilmemize yarayacak bilgiyi taşıyan bir yazı türü..
Böyle olduğu içindir ki mutlaka siyasetten, dış politikadan, sanattan ve ekonomiden söz etmesi de gerekmiyor. İnsan yaşamının türlü sırlarla dolu değişik yönlerini de anlamaya çalışıyor.. Yazarının üslubuna bağlı olarak “çok özelmiş gibi” görünse de ele aldığı konuların çeşitliliği, esasen insan davranışlarına hakim olan etkenlerin anlaşılmasına yardım ediyor.

Küçük birer hatırlatma…
Bizim kuşağımız anne – babaların evlerde bile birbirlerine “bey – hanım” diye hitap ettikleri bir dönemde yetişti.. Bizden öncekiler de öyle..
Erkek olmak, duygularını saklamak, ağlamamak, bir kadına sevgisini ifade ederken bile ölçülü olmakla bir tutuldu..
Sevildiklerini bilmeyen mutsuz kadınlar ve sevdiklerini söyleyemeyen mutsuz erkeklerin yaşadığı bir ülkede ekonomi, siyaset vs.. her şey yolunda gitse bile yine de bazı şeyler yanlış gidiyordur..
Böyle bir ülkede özellikle erkek köşe yazarlarının önemli bir sorumluluk da taşıdıklarını düşünüyorum.
Bu, erkeklerin de duygularının olabileceğini göstermeleridir. Durup, ince şeyleri anlamaya vakti olmayan insanlara, ince şeylerin de var olduğunu hatırlatmak gibi bir görev..
Bazı arkadaşlarımızın kendilerince alay ettikleri ve beğenmedikleri “pazar yazıları” bunun için yazılıyor. Yazılması için günün pazar olması da gerekmiyor, salı ya da perşembe günleri de yazılabiliyor..

Dev duyguların, dev yazarları
Öte yandan, yazı yazmak insanın kendini istediği alana profesyonelce yöneltebileceği bir durum değil. Nasıl bir insansan, bu, yazına da öyle yansıyor..
Tıpkı büyük duyguların, insan kişiliğindeki önemli yönlerin özellikle Rus yazarlarca yazılabilmesi gibi.. Neden Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Puşkin Çarların Rusya’sından çıktı? Neden, ne kadar uğraşsalar da başka ülkelerin yönetmenleri Fransızlar gibi film çekemiyor?
Arthur Rimbaud’nun söylediği gibi: “İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız Mösyö!”
İçinizde ne varsa, yazınızda da o olur. Kalbinizden ne geçiyorsa, kaleminizden o dökülür..

Bunlar aşk mektubu değil
“Aşk yazıları yazanlar kendi yaşayamadıkları şeyleri hayal dünyalarında yaratıyorlar” demek bu yüzden çok anlamlı değil..
Bunlar aşk mektupları değil her şeyden önce..
Aşk, insan yaşamının en önemli parçası ve bunu anlamaya çalışmak, okuyucu ile birlikte bunun üzerine düşünce egzersizleri yapmak öyle kolayca altından kalkılabilecek bir iş de değil..
Pazar günleri felsefeden, şiirden, sanattan, mimariden, psikolojiden söz edebilmek her şeyden önce bir “beslenme” gerektiriyor.
Filanca bakanın, falanca icraatı üzerine yazı döktürüvermekten çok daha zor bir iş. Derinlik gerektiriyor, ince duygular gerektiriyor ve çok okumak gerekiyor. Gittiği lokantanın mönüsünü bile sonuna kadar okuma alışkanlığı olmayanların yapamayacakları bir şey..

Keşke herkes yapsa
Ertuğrul Özkök, “arta kalan zamanlarda” düşündüklerini yazmaya başlayana kadar gazetelerimizde böyle yazılara rastlanmazdı. Şimdi özellikle genç yazarlar sayesinde hayatın değişik yönlerini tanıyabiliyoruz, haberdar olabiliyoruz.
Keşke bütün yazarlarımız haftanın herhangi bir günü bir an için “durup ince şeyleri anlamaya ve anlatmaya çalışsalar” diye düşünüyorum.
Başkasını bırakın, herkesten önce yaşamlarındaki o çok özel bir tek kadın için bunu yapsalar keşke..
Erkeklerin de duygularını anlatabileceklerini, bunu yapmanın ayıp ve erkekliği zedeleyici bir şey olmayacağını gösterebilseler keşke..