TBMM Başkanı Bülent Arınç dün “kamusal alan” tartışmasına “Anayasa ve yasalarda kamusal alan diye bir yer tarif edilmiyor. Anayasa ve kanunlarda yeri olmayan bir şeyin tüzük ve yönetmeliklerde de yeri olamaz” diyerek katıldı.
Arınç’ın bir hukukçu olarak dikkat etmediği ayrıntı şu ki “kamusal alan” kavramı esasen hukuki değil, sosyolojik bir kavramdır.
20. yüzyıl düşünürleri içinde “kamusal alan” sorunsalıyla en çok ilgilenen filozof Habermas’tır.
Habermas’ın “public space” (toplumsal alan) olarak tanımladığı şey, esasen insanların bir arada oldukları bir alandır ve o alanda kamu hukuku geçerlidir.
Türkiye’ye bu konuda hâkim olan kafa karışıklığının temel nedeni, ülkemiz ile Batı toplumlarının geçirdikleri tarihsel gelişim süreciyle ilgili..
Bu kavramı burjuvazi üretti
Batı’da bu kavram burjuvaziyle birlikte gelişti. Burjuvazinin yükselme süreci içinde toplumun bir arada yaşadığı, özgürlüklerini serbestçe kullanabildiği alanı tanımlamak için kullanıldı.
Bizim toplumumuzda ise Batı’dakine benzer bir tarihsel süreç yaşamadık.
Bu yüzden de Batı’nın “toplumsal alan” olarak tanımladığı alanı, “kamusal alan” olarak tanımlıyoruz.
Çünkü bizde devlet, tarihimizin neredeyse her döneminde insanların birlikte yaşadıkları alanı düzenlemeye, ona sınırlar ve kısıtlamalar getirmeye, oradaki yaşamın tümüne hâkim olmaya çalıştı.
Bizde, ‘devlete ait alan’
Türkçede de zaten “kamu” sözcüğü, “halkın simgesi olarak devlet” anlamına kullanılıyor.
Kamu iktisadi teşekküllerinden, kamu davasından, kamu kesiminden, kamu personelinden söz ederken “kamu” sözcüğünü hep “devlet” yerine kullanıyoruz.
Cumhurbaşkanı’nın tarif ettiği “kamusal alan” da böyle algılanmalı.. Toplumsal değil, devlete ait olan alan anlamında..
Ve bu tartışmanın bir sağırlar diyaloğuna dönüşmesinin ardında da esasen bu yatıyor.
Dünkü yazımda bir ortak tarif etrafında anlaşabilirsek sorunun daha kolay tartışılabileceğini, çözümün de o derecede kolay bulunabileceğini yazmamın nedeni budur.
Kişi nerede özgür olmalı?
Batı’da “toplumsal alan” denildiğinde bunun “kamu yararına” sınırlandırılması da mümkün. Halka açık yerlerde sigara içmenin yasaklanması örneğinde olduğu gibi..
Bizde de bu tür kısıtlamalar var. Örneğin camiye girerken kadınlardan başlarını örtmelerini bekliyoruz ve bu normal uygulamaya kimse itiraz etmiyor. Çünkü topluma ait bir alan da olsa, orada bazı sınırlamaların olabileceği konusunda toplumca fikir birliğimiz var.
Ancak “toplumsal alan” tanımı gereği özgür bir alan.. İnsanların giyimlerine, hal ve hareketlerine karışılamayacak (başka birisinin özgürlüklerini tehdit etmediğiniz sürece elbette) bir alan..
Sorun kişisel özgürlüklerin kullanımının, devlete ait olan alanda sınırlanıp sınırlanamayacağıyla ilgili.
Hâkim türban takamaz ama..
Batı Avrupa toplumlarında da böyle bir sınırlama var. Örneğin bir hâkim türban takamıyor ama bir türbanlının mahkemede hakkını aramasına da kimse karışmıyor.
Türkiye de bu noktaya hızla geliyor. Önceki gün Milliyet’in birinci sayfasında yayımladığımız bir fotoğrafta da görüldüğü gibi..
Hâkim, görevinin gerektirdiği özel giysisi içinde yargılama yaparken bazı sanıklar ile tanıkları çarşaf içinde gösteren fotoğraftan söz ediyorum.
Ve bu dün de belirttiğim gibi bizi şu noktaya götürüyor: Toplumsal alan özgürdür. Devlete ait alanlarda ise, halka hizmetle yükümlü devlet görevlilerinin uymaları gereken kurallar bellidir ve herkes bu kurallara uymalıdır. Ancak, orada bulunmanızın nedeni verilen devlet hizmetinden yararlanmaksa, insanları kılık kıyafet konusunda kısıtlayacak herhangi bir düzenleme de olmamalıdır.
