Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kamusal alan özgürlüklerin yok edildiği bir alan değildir” sözlerini gazetelerde okuyanların, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vaktiyle söylediği “Kamusal alanda alkollü içki sattırmam, içtirmem” sözlerini hatırlamamaları elbette mümkün değildi.
Bu Başbakan’ın “zaman içinde değiştim” iddiasının bir kanıtı mı acaba?
Ama o değiştiyse bile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki hâkim zihniyetin değişmediğini, Başbakan’ın, Belediye Başkanlığı sırasında bizzat koyduğu yasakların hâlâ aynen uygulanmakta olduğunu da hatırlamakta yarar var.
Öte yandan yine hatırlayacaksınız Başbakan, yerel seçimler öncesi Ertuğrul Özkök’e “Şimdi bakıyorum da biz de geçmişte ne laflar etmişiz” demişti. Belki “kamusal alanda” alkollü içki yasağı ile ilgili söylediği sözlerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
Başbakan bu konuya bir açıklık getirirse iyi olur diye düşünüyorum.
Asıl sorun ‘tarifte’
Sanıyorum, asıl sorunumuz “kamusal alan” tarifinde bir türlü anlaşamıyor olmamızdan kaynaklanıyor.
“Kamusal alan” dediğimizde esasen en geniş anlamıyla kamuya açık her yer anlaşılır.
Evinizin kapısını kapatıp sokağa çıktığınız andan itibaren “kamusal alandasınız” demektir. Sokaklar, meydanlar, kahvehaneler, lokantalar vs..
Kamusal alanda insanların uyacakları kurallar büyük ölçüde geleneklerden, genel ahlak kurallarından ve elbette bir arada yaşamamızı kolaylaştıran yasalardan oluşur.
İstediğinizi giyebilir, istediğiniz şekilde dolaşabilirsiniz. Ceza yasalarının tarif ettiği “teşhircilik” suçunu işlememek ve genel ahlaka aykırı davranmamak kaydıyla..
İkiye ayırmak gerek
Yani “kamusal alan” olan Kilyos plajında giydiğiniz mayo ile bir başka “kamusal alan” olan Taksim Meydanı’na gitmezsiniz. Gitseniz de aslında yasal olarak teşhircilik suçunu işlemiyorsanız size kimse karışamaz, ama bu tavrınız yadırganır, herkes size bakar, rahatsız olursunuz.
Zaten Türkiye’de “kamusal alan”ın bu geniş ve doğru tarifinde kimse kimsenin ne giydiğine de karışmaz. İsteyen mini etek giyer, isteyen türban takar.. Kıyafet Kanunu’nu aşırı şekilde ihlal eden davranışlar dışında bu konuda kimsenin bir takibata uğradığını da bugüne kadar duymadık.
Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın aralarında tartışmaya yol açan “kamusal alan” ise daha daraltılmış bir alan olarak ortaya çıkıyor.
Aslında en doğrusu buna “kamusal alan” dememek.. “Kamu yönetimiyle ilgili alanlar” demek belki de daha doğru..
Eğer “kamu yönetimiyle ilgili bir alanda uyulması gereken kurallardan” söz ediyorsak, bunu da kaçınılmaz olarak ikiye ayırmamız gerekiyor: Kamu hizmetinden yararlananlar ve kamu hizmeti verenler..
Uzlaşma ‘ayrımda’
“Sivil vatandaşlar” yani “kamu hizmetinden yararlananlar” (öğrenciler, hastalar, devlet dairelerinde işi olan herkes) vatandaşlık bağının doğurduğu bir hak olarak bu hizmetten yararlanırken
herhangi bir ayrıma tabi tutulamazlar.
Bunu yapmak ayrımcılık, bölücülük, ırkçılık gibi yasalarca yasaklanmış suçları işlemektir.
Buna “karşılık kamu hizmeti verenler”in, yani devlet memurlarının, polislerin, askerlerin, öğretim üyelerinin, öğretmenlerin, doktorların, hemşirelerin, sözleşmeli kamu personelinin ve kamu işçilerinin bu hizmeti verirken nasıl giyinecekleri, hangi kurallara uyacakları önceden belirlenmiştir. Üniforma ya da ceket – kravat, tayyör, kadınlar için kumaş pantolon gibi..
Basitleştirerek şöyle söyleyelim: Hasta, devlet hastanesine giderken istediği gibi giyinebilir. Ama o hastaya bakmakla görevli doktor, hemşire, sağlık görevlisi gibi personel ilgili yasa ve yönetmeliklerle bağlıdır, istediği gibi giyinemez.
“Kamusal alan” tartışmasında, her görüşteki vatandaşı tatmin edecek bir ortak noktaya varabilmek için öncelikle bu ayrıma iyi dikkat etmemiz gerekiyor.