İki gündür deli bir yağmur yağıyor İstanbul’da… Güneşi arada bir o da on – on beş dakikalığına görebiliyoruz ancak.
Güneşin hiç kaybolmadığı kentlerde büyüdüğümden olsa gerek böyle havalarda içim daralıyor, sıkıntı basıyor.
Ve böyle havalarda hep yaptığım gibi güneşli tatil yerleriyle ilgili yazılar okuyorum, resimlere bakıp hayallere dalıyorum.
Elimde defalarca çevrilmekten sayfaları yıpranmaya yüz tutmuş bir dergi var yine.
NG Traveler dergisinin 20. yılı için çıkardığı özel sayı bu.
80 günde devri âlem
Editörler 20. yılları şerefine 21. yüzyıl için “Yeni Dünya Turu” yapmışlar.
Dünya çapında gidilmesi önerilen 80 yer var.. Her yerde bir gün kalırsanız, “80 günde devri âlem”i 21. yüzyılda tekrarlamış olacaksınız..
Gezi buzlar içindeki Alaska’da, İsviçre’den daha büyük bir alana yayılmış bir doğal parkta başlıyor. Arkasından Kanada Quebec’te yine buzlarla kaplı Nunavut tundraları geliyor..
Bu sayfaları hızla geçiyorum her seferinde.
Zamanda kaybolmak
İlk durağım Bolivya’daki Madidi Ulusal Parkı.. Vahşi yaşamın korunduğu, bölgedeki yerli kabilelerin giderek modern yaşamın tehditlerine rağmen varlıklarını sürdürebildikleri bir yer burası.
Dev tarantulaların cirit attığı, kuşların üzerinde her türlü rengin parladığını görebileceğiniz bir ortam..
İsterseniz beni “ulusalcı” olmakla suçlayabilirsiniz elbette ama dergide en çok oyalandığım yer yine bizim Gökova oluyor.
Zaten derginin editörleri de benim kadar etkilenmiş olmalı ki, “Zamanda kaybolmak” başlığı ile verdikleri mavi yolculuğa 7 sayfa ayırmışlar. Öteki yerlerden esirgenen bir “cömertlik” bu.. Üst başlıkta da “Turkuvaz koylar” yazılı..
Ailenizle gibi…
“Tanıtım” denen şeyde insanlar arasındaki yüz yüze ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu röportajı okurken hissediyorsunuz. Röportajı yazan Amerikalı gazeteci şöyle diyor: Evimden ve kültürümden binlerce mil uzakta, bir teknenin içinde etrafınızdaki yüzlere bakınca kendinizi bir aile ortamında hissediyorsunuz.”
Gazetecileri guletiyle dolaştıran ve “Türk misafirperverliğinin” ne demek olduğunu gösteren Kaptan Şükrü Balkaş’ın da bir resmi sanırım bu nedenle röportaja konulmuş.
Nasıl gidilir?
Ama derginin sayfalarını hızla çevirdiğinizde bir önemli eksikliğimiz daha gözler önüne seriliyor.
Derginin önerdiği 80 “destinasyon” arasında küçücük yer kaplayan Honduras bile o ülkeye nasıl gidebileceğinize ilişkin küçük bir ilan vermiş ama gerçekten çok etkileyici bir Türkiye röportajının olduğu dergide Türkiye’ye nasıl gidebileceğinizi arayın ki bulasınız!
Tehlikeli de olsa..
“80 görülecek yer” arasında hayallerimi süsleyen yer ise Çin’in Sarı Dağları’nın kayalık zirvelerinin arasına yerleştirilmiş bir otel oldu.
Çin’in Anhui bölgesinin güneyinde Huangshan tepelerinde eski Ming Hanedanı döneminden kalma küçük köyler ve tam kayalıkların içine gizlenmiş harika bir otel: Jade Screen Oteli, benzerlerini “Kaplan ve Ejderha” (Crouching Tiger, Hidden Dragon) filminde gördüğümüz bir manzaraya bakıyor..
İnsan burada gerçekten uçabileceği duygusuna kapılabilir! Bu açıdan da Çin filmlerindeki sahneleri, insanın isterse gerçekten yapabileceğine inanan benim gibi hayalperestler için “tehlikeli” bir yer elbette..
Ama zaten her yolculuk da biraz böyle değil midir?
“Kapının arkasında ne var?” dürtüsü sadece filmlerde mi olur zannediyorsunuz?
