MİLLİYET

Medya iktidarla balayında ama…

 Seçimlerin hemen ardından gazetelerin siyasete ayrılan sayfalarında belirgin bir değişiklik olduğu dikkatli okuyucuların gözünden kaçmamış olmalı. O güne kadar parlamentodaki üçü iktidar, üçü muhalefet olmak üzere altı partiden birisi olan AKP’ye ayrılan alanda gözle görülür, elle tutulur bir artış oldu.

Yeni hükümetin kurulmasıyla birlikte bunda bir miktar daha artış olacağını da hep birlikte göreceğiz.
AKP’ye gazetelerde ve televizyonlarda ayrılan haber alanının artışı bazı çevrelerde “medyanın yeni iktidara yaranma kaygısı” olarak yorumlanıyor.
Bunun sadece gözlemlerden yola çıkılarak varılan yanlış bir yorum olduğunu belirtmeliyim.

‘Yeniler’i tanıyoruz
Türkiye demokratik bir seçimden çıktı ve bir parti tek başına parlamento çoğunluğunu elde etmesine yetecek kadar yüksek bir oy oranına ulaştı.
Böyle bir ortamda medyanın projektörlerinin “yeniler” üzerine dönmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Yeni bir siyasi kadro işbaşına geliyor ve bu kadroyla ilgili olarak merak edilen her konunun basında yanıtının aranmaya çalışılmasında yadırganacak bir yön yok.
Bugünden itibaren yeni Başbakan’ın, bakanlarının ve yeni seçilen TBMM Başkanı’nın attıkları her adım, söyledikleri her söz bir haber değeri taşıyacak ve bu nedenle gazetelerde kendisine geniş yer bulacak.
Bununla da yetinilmeyecek, halkın yeni yöneticilerinin daha yakından tanınmasına yönelik özel yaşamlarına, ailelerine ilişkin röportajlara da geniş yer verilecek.
Dediğim gibi bu yeni siyaset kadrolarının halk tarafından iyice tanınması gerekliliğinin dayattığı bir zorunlu durum.
Bu kadrolar tanınmaya başladıkça bu tür haberlerin giderek azalacağını, hatta bir süre sonra neredeyse tamamen yok olacağını da göreceğiz.

Umut ve iyimserlik rüzgârı
Dünyanın her yerinde basın ile yeni iş başına gelen hükümetler arasında bir “balayı” dönemi yaşanır. Örneğin Amerika’da bu sürenin 100 günü bulacağına ilişkin yazılı olmayan bir medya kuralının geçerli olduğunu da biliyoruz.
Bizim ülkemizde de buna benzer bir “balayı” dönemi yaşanıyor.
Bunun iki temel nedeni var: Birincisi, yeni bir seçimle işbaşına gelmiş yeni bir hükümet her şeyden önce kamuoyunda bir “umut” yaratıyor. O güne kadar yanlış giden bazı şeylerin düzelebileceğine, yeni kadroların eskinin hatalarından dersler çıkarıp bunları tekrarlamayacağına ilişkin bir umut… Böyle bir umut havası kamuoyuna hakimken medyanın kendisini bunun dışına çıkarabilmesi mümkün değil. Bu nedenle kamuoyundaki iyimser hava sürdüğü sürece, aynı iyimser havanın medyada da kendisine zemin bulacağını söylemek mümkün.

100 gün sonra…
İkinci neden ise “icraatı bekleme kaygısı” olarak tanımlanabilir. İşbaşına yeni gelmiş bir hükümetin icraatlarını görmek, seçim öncesinde söyledikleriyle seçim sonrasında yapacaklarının uyumunu gözlemek için gerekli ve yeterli bir süreden söz ediyorum. Ülkeden ülkeye değişmekle beraber ortalama 100 günlük bir sürenin bu gözlemin ilk sonuçlarını almak için yeterli olacağına ilişkin medyada genel bir kanı var.
Bu sürenin sonunda gazetelerde ve televizyonlarda hükümet icraatlarıyla ilgili daha sert yorumların, daha eleştirel yaklaşımların ortaya çıkmaya başlayacağını da yine birlikte göreceğiz.
Eleştiri zamanı da gelecek
Demokratik bir ülkede gazetecinin görevi, güç sahiplerini halk adına denetlemektir… Güç sahiplerinin iktidar partisi, hükümet üyesi bakanlar ya da işadamları, önde gelen sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri olması bu durumu değiştirmez. Medya bunları izler, yanlış gördüğünü eleştirir, doğru bulduğunu alkışlar. Bu özgür basın faaliyetinin bir gereğidir.
Bu nedenle yukarıda sözünü ettiğim ama ilk bakışta bir hayli uzun gibi görünen “balayı” dönemi aslında çabuk biter.
Demokrasiyi içine sindirmiş siyasal kadrolar bundan gocunmazlar. Eleştirileri saygıyla karşılar, kendilerini yine aynı demokratik zeminde savunmaya çalışırlar.

‘Senden büyük Allah var’
Demokrasiyi yeterince içine sindirememiş siyasi kadrolar ise basının bu faaliyetini “düşmanca” bulurlar ve kendilerince medyaya karşı bir savaşın içine girerler. Böyle bir kavgada kaybeden de genellikle eleştiriye tahammülsüz siyasetçiler olurlar… Geçmişte Türkiye’de bunun örneklerini fazlasıyla gördük.
Dilerim Abdullah Gül ve hükümetteki arkadaşları, geçmişteki kötü örnekleri izlemezler, kendilerine tanınan “rahat icraat yapma süresini” halk yararına değerlendirirler ve medyadan kaynaklanan eleştirilere karşı hoşgörülü olup bundan dersler çıkarmayı da bilirler…
Osmanlı’da tahta çıkan yeni padişaha ilk söylenen söz şu olurmuş: “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”
Demokratik rejimlerde bu sözü, seçilmiş yöneticilere, halk adına söyleme görevini gazeteciler yapıyor. Bunu hiç unutmayalım.
Yeni hükümetin başarılı olmasını, Türkiye’nin zenginliklerinden tüm Türk halkının yararlanması için elinden geleni yapmasını diliyorum.