Mustafa Sarıgül ilginç bir siyasetçi, buna kuşku yok. Ve her siyasetçinin olduğu gibi onun da sevenleri var, sevmeyenleri var..
Türkiye’de siyasetçilerle ilgili olarak yapılan yorumlar genellikle bu sübjektif değerlendirmelerden etkilenir.
Evet, Sarıgül’ü bir insan olarak severim. Bugüne kadar siyasetçi yönüyle de doğrusunu isterseniz hiç ilgilenmedim. Bunu önceden belirteyim..
Mustafa Sarıgül’ün başlattığı hareket ile değerlendirmemde “sevgi – nefret” gibi duygularımı işin içine karıştırmamaya gayret edeceğim.
Mustafa Sarıgül’ün, Sivas’ta yaptığı bir mitingle başlattığı hareket CHP yönetiminden tepkiler aldı. Bu da doğal.
Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem, “İstanbul’dan 29 otobüs götürdüğünü söylediler. Sarıgül’ün yaptığı yersiz, zamansız çıkış.. Herkes boyuna göre bir işe kalkışmalı” dedi..
Bir başka Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi, “Herkesin elindeki işi bırakıp başka işlerle uğraşması Türkiye’yi bu hale getirdi” dedi.
Bir başka Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, “Siyaset kurullar ve kurallar sistemidir. Siyasi partilerde yetkili kurullar karar alır” diyerek eleştiri korosuna katıldı.
Eleştiri bile ‘merkeziyetçi’
Sarıgül, Sivas’a elbette sadece bavulunu toplayıp gitmedi. Mitingin hareketliliği önceden iyi bir çalışma yapıldığını gösteriyor zaten. “Bindirilmiş kıtaların” miting alanlarına taşınması da ilk kez olmuyor. Bu, Türkiye’de siyaset yapma alışkanlığının ayrılmaz bir parçası..
Benim dikkatimi çeken şey bu harekete yöneltilen eleştirilerdeki “seçkinci” ve “merkeziyetçi” tavır.
“Herkes boyuna göre bir işe kalkışmalı” , “Siyaset kurullar, kurallar sistemidir”, “Herkes kendi işiyle ilgilensin” şeklindeki “önermelerin” gerisinde yatan zihniyet, bugünkü CHP’nin temel sorununu oluşturuyor.
Bir sol partiden söz ediyorsak bu partinin içinde siyaset yapan herkesin boyunun genel başkanlık için de yeterli olabileceğini peşinen kabul etmek gerekir. Öte yandan bir sol partinin üyelerinin siyaset yapmaları ve siyasete katılmalarının sınırlarını sadece genel merkezin bazı organlarının iznine bağlayan anlayış da içerdiği merkeziyetçi tavır nedeniyle doğru sayılmamalı.. Ve hiç kuşku yok, bir sol partide bazılarının işinin genel başkanlık, bazılarının işinin ise üyelik olarak önceden tarif edilmesi, “seçkinci” bir söylem..
‘Ayrıntıları atlıyor’
Sarıgül, bugüne kadar Türkiye sol hareketinde denenmemiş bir yolu deniyor.
Parti içinde delege hesapları, ittifaklar gibi “ayrıntı”larla uğraşmak yerine doğrudan doğruya vekâleti verene yöneliyor.
Bunun Sarıgül’ün nihai hedefi açısından olumlu bir sonucu olmayabilir. Bunun bir önemi yok. Bunu bize zaman gösterecek.
Ancak, bu hareket hiç olmazsa bugüne kadar ihmal edilen partinin gerçek sahiplerini, tabanını hedef alıyor.. Bunun önemi yadsınamaz.
Ancak Sarıgül’ün de ihmal ettiği bir şeyler var.. Bu hareketin programı nedir? Nasıl bir sosyal demokrasi anlayışı savunuluyor? Nasıl bir ideolojik çerçeve var? Bugün savunduğu geniş katılımlı siyaset yapma biçimi parti içinde nasıl kurumsallaştırılacak? Bu tüm parti üyelerine, yeterince çalıştıkları takdirde, bir gün parti yönetimine gelme yollarının hep açık tutulabileceği anlamına mı geliyor?
Bu ideolojik çerçeve yeterince sarih olarak çizilmeden salt “halk hareketi” ile belki parti içinde iktidar ele geçirilebilir ama partinin bir yerden bir başka yere götürülebileceğini söylemek mümkün olamaz.
Sarıgül’ün başlattığı hareketi iyi izlemek gerek.. Belki sonunda genel başkan olmayabilir ama bu hareketin CHP içinde daha katılımcı bir siyaset yapma alışkanlığını geliştirecek bir etkisi mutlaka olacak.
