Birazdan size de anlatacağım öykü gerçekten yaşanmış mıdır, biyolojik – zoolojik ve “lojik” olarak mümkün müdür, bilmiyorum…
Aslına bakarsanız öykünün gerçek olup olmadığının da benim için bir önemi yok.
Belki yaşandı, belki birisi oturup uydurdu, hiç önemli değil..
Öykü Japonya’da geçiyor.
“Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunurmuş.. Duvarı yıkarken, orada ayağına bir çivi çakıldığı için sıkışıp kalmış bir kertenkele görür. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştır.
“Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan yaşanan 10 yıl..
“Çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar.. Sonra nereden çıktığını farkedemediği baska bir kertenkele gelir, ağzında taşıdığı yiyecekle…
Gözlerine inanamaz.. Adamı sersemletir gördüğü manzara. Ayağı çivilenmiş kertenkelenin 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslendiğini anlar..”
Öykü burada bitiyor. Altına da bir not düşülmüş:
“Sizi sevenleri asla terketmeyin. Onları unutmayın. Bu hikayeyi yaşamınıza dokunabilmiş herkese yollayın..”
Demek ‘dokunabilmişim’
Bu öykü bana ilk önce bir e – posta aracılığıyla mart ayının başında geldi.. Fransa’da yaşayan bir arkadaşımdan.. Sonra tam olarak sayamadım ama sanırım 15 ayrı kişiden daha aldım. İçlerinde adını bildiğim ama oturup hiç konuşmadığım birisi de vardı, eski arkadaşlarım da, hiç tanımadığım okuyucularım da…
Öykünün doğruluğunun beni ilgilendirmiyor olmasının nedeni bu e – postanın sonundaki cümleydi: “Bu hikayeyi yaşamınıza dokunabilmiş herkese yollayın..”
Demek ki diye düşündüm, bazı insanların yaşamlarına “dokunabilmişim”..
Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu anlatmama bilmiyorum gerek var mı?
Lisedeki biyoloji dersinde insan kalbinin bir yumruk büyüklüğünde olduğunu söylemişti hocamız..
Yıllar sonra tanıdığım bir arkadaşım da “önemli olan büyüklüğü değil, işlevi” derdi, yumruğunu göğsünün üzerine koyup..
İlk başta gülünüp geçilecek bir sözdü bu, malum nedenlerle!
Sonraları çok düşündüm, sevgi neden insanın kalbi ile ilgili bir durum olarak görülüyor diye..
Neden böbrekler, ciğerler, pankreas, mide, beyin değil de, kalp?
Hadi “sakatat” faslını bir yana bırakalım, neden beyin değil de kalp?
Minicik, ‘büyük’ bir kalp
Aslında düşünme yeteneğimizle sevgi arasında bir ilişki olduğunu savunurum.
Beynimiz olduğu için sevebildiğimize, hissedebildiğimize inanırım. Zaten “duyu”larımızı algılayan sinir uçlarımızın da sonunda beynimizde biryerlere bağlandıklarını biliyoruz.
Ama birisini sevdiğimiz zaman çoğunlukla ilk tepkiyi veren organımızın kalp olduğuna da hiç kuşku yok. Birisinden hoşlandığımızı, onu sevmeye başladığımızı, hatta aşık olduğumuzu bize o haber veriyor, beyinden önce.. Hızla çarpıyor, yerinden fırlayacakmış gibi oluyor.. Sanırım sevgi ile kalp arasında böyle bir ilişki kurmamızın nedeni bu..
Öyküde, “müebbed hapse mahkum kertenkeleye” ağzıyla yemek taşıyan küçük kertenkelenin bizimki gibi düşünmesini sağlayacak bir beyni yoktu, ama kalbi vardı.. Minicik ama işlevi büyük bir kalp..
Bir kalbinizin olduğunu hiç bir zaman unutmamanızı diliyorum..