MİLLİYET

Sandıktan mesaj çıktı!

 Seçime halkın ilgisinin düşük oluşunun nelere mal olabileceğini bizler biliyorduk. Pazar günü akşam saatlerinde Fransızlar da öğrenmiş oldular.

Hatırlayacaksınız yeni kurulan belediyeler ile ilgili olarak 1994’te yapılan ara yerel seçimlerde benzeri bir tablo bizde de yaşanmıştı. “Demokratlar” o gün piknik yapmayı tercih edince RP adayları birçok bölgede seçim kazanmayı başarmışlardı.
Siyasete ilginin azalmasının, marjinal grupların seçim şanslarını artırdığının tek örneği Le Pen değil elbette. Fransa’daki seçimlerde Troçkist adayların toplam yüzde 6.5’e varan oy oranına ulaşmaları da bunun bir başka göstergesi. Sağ ve sol uçta yer alan adayların (Le Pen hariç) toplam yüzde 23.5’e ulaşan bir oy kazanmaları üzerinde gerçekten durulması gereken bir sonuç.
Benzeri bir tablonun gelecek seçimlerde Türkiye’de de yaşanması kuvvetle muhtemel.

Konu demokrasi olunca…
Türk siyasetinin merkez partileri, solda ya da sağda olsun, ciddi bir liderlik sıkıntısı yaşıyorlar. Defalarca denenmiş ve eskimiş liderlere karşı toplumun ilgisiz olduğu, araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek.
Öte yandan ağır bir ekonomik krizin kitleleri umutsuzluğa ve karamsarlığa sürüklediği bir ülkede, tepki oylarının da gücünü hesaba katmak gerek.
Yeni hiçbir şey söylemeyen, hatta kendisinin nasıl ve ne yönde değiştiğini bile açıklama ihtiyacı hissetmeyen Tayyip Erdoğan’a gösterilen ilgi bunun ipuçlarını taşıyor…
Fransa seçimlerinden alacağımız tek ders bu değil elbette.
Fransa’daki seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Avrupa başkentlerinden yükselen sesler bir başka dersin varlığına işaret ediyor.
Avrupa, Avusturyalı Haider’in ardından bir kez daha sesini yükseltiyor.
Benzeri bir tepki bizdeki bir seçimin arkasından gelse bugün eminim birçok gazetenin manşetinde “İç işlerimize karışıyorlar” feryatlarının atılmasına neden olurdu.
Artık görülüyor ki demokrasi, insan hakları ve ırkçılık söz konusu olduğunda, “bir ülkenin iç sorunu” diye bir şey yok.
Bunlar aynı zamanda insanlığın ortak sorunu ve sorunu yaratan şey demokratik bir seçim bile olsa, bunu kabul etmek hiç kimse açısından kolay değil.

Jospin’den ‘eski yüzlere’…
Demokrasiye inanmayan siyasal grupların, demokrasinin kendilerine sağladığı olanaklardan yararlanmalarının yarattığı rahatsızlık, önümüzdeki dönemde “demokrasinin sınırları” konusunu da gündemin başına oturtacak gibi görünüyor.
Türkiye için bir başka ders ise Jospin’in seçim gecesi yaptığı açıklamanın içinde yatıyor. 7 yıl önceki seçimlere göre ilk turdaki oylarının 7 puan gerilemesi, Jospin’in artık siyaseti bırakacağını açıklamasına yetti.
Bizim ülkemizde benzeri durumdaki siyasetçilerin yenilgiyi açıklamak için ne akla hayale gelmez gerekçeler bulduklarını, hatta neredeyse seçimi aslında kazandıklarını bile ilan ettiklerini hatırlayın..
Seçimi kaybettiğini bile kabul etmeyen ve koltuklarını bırakmayan siyasetçi tipinin varlığı, politik sistemin içindeki yüzlerin de yenilenmesini önlüyor bizde… Bu da kitleleri siyasete ilgisiz kılıyor, marjinal çıkışlar aramaya yöneltiyor, rejimi tıkayan ciddi bir tehlike yaratıyor..
Oysa Fransa’da tam tersi olacak. Jospin’in siyaseti bırakmasının ardından sosyalistler kendilerine yeni bir yüz, yeni bir kimlik ve yeni bir program bulacaklar. Böylece bir sonraki seçimlerde halkın karşısına çıktıklarında söyleyebilecekleri bir şeyleri olacak ve en önemlisi de söylenenleri dinleyecek bir muhatap kitlesi bulabilecekler.
Jospin’in mesajı bizim “eski yüzler”e kadar ulaşabilir mi dersiniz?