Yeni Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) Tasarısı’nın 80. maddesi, öyle görünüyor ki “zina” tartışmalarından daha geniş kapsamlı bir tartışma yaratmaya aday.
Bilindiği gibi, şu anda yürürlükte olan Yakalama Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, herhangi bir nedenle gözaltına alınanların doktor kontrolünden geçirilmesini düzenliyor. Zanlıların “yakalanma anındaki sağlık durumlarının belirlenmesini” şart koşan yönetmelik, “doktor ile muayene edilen şahsın yalnız kalması ve muayenenin doktor – hasta ilişkisi çerçevesinde yapılmasının esas olduğunu” da hükme bağlıyor.
Bu, polis sorgusu sırasında zaman zaman rastladığımız kötü muamele ve işkenceyi önlemeye yönelik olarak mevzuata yerleştirilmiş bir düzenleme…
Hükümet tarafından TBMM’ye sunulan ve şu sıralarda TBMM Adalet Alt Komisyonu’nda görüşülen tasarıda, söz konusu düzenleme yasaya taşınmış ve önemli bir “yenilik” yapılmış.
Milliyet Muhabiri Önder Yılmaz’ın haberine göre, tasarının, “Gözlem Altına Alınma, Muayene, Keşif ve Otopsi” adlı üçüncü bölümünde kadınların muayenesine ilişkin 80. madde şöyle:
“Kadının muayenesi, olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır. Buna olanak bulunmadığında, muayene edilecek kadının bir yakını veya başka bir kadın muayene sırasında hazır bulundurulur.”
Tasarının gerekçesinde de, bu uygulamaya neden gerek duyulduğu “Madde, kadının muayenesine ilişkin olup, genel ahlak anlayışına uygun bir düzenleme getirmiştir” denilerek açıklanıyor..
Kadının yeri ‘harem’!
Hükümetin düşüncesine göre, demek ki bugüne kadar erkek doktorlara muayene olan ya da erkek doktorlar tarafından tedavi edilen kadınların durumu “genel ahlak anlayışına aykırı”ymış!
Hasta – doktor ilişkisine “genel ahlak anlayışı” gibi muğlak ve isteyenin istediği yere kolaylıkla çekebileceği bir kavramla yaklaşmak, iktidar partisinin hayalindeki Türk toplumunun nasıl olduğu konusunda da önemli ip uçları veriyor.
Bu, kadının “harem”e hapsedildiği, kadınlardan başka kimseyle görüştürülmediği, kadının toplumsal yaşamdan dışlandığı ve Türkiye’nin artık çok geride bıraktığı bir devre olan özlemi de yansıtıyor.
Köktendinci siyasal akımların ortak bir özellikleri var: Bu da kadını, “ikinci sınıf” bir varlık olarak ele almak, hareketlerini sınırlamak ve toplumsal yaşamdan tamamen tecrit etmektir.
İran’da, Afganistan’da, Sudan’da, Suudi Arabistan’da ve “şeriat” kurallarının toplumsal yaşama egemen olduğu öteki ülkelerde gördüğümüz bir durum bu..
Yine ‘delme’ girişimi
Öyle görünüyor ki, iktidar partisinin en azından belirli bir kesiminin bilinçaltında da aynı şey yatıyor..
Öyle bir “bilinç altı” ki, “kadın cinselliğinin aile içinden olmayan kadınlar ve erkekler karşısında kontrol edilemez” olduğunu düşünüyor..
Ve bu bilinçaltı, kadını önce örtünmeye ve toplumsal yaşamdan soyutlanmaya zorluyor, sonra da erkekler karşısında hiçbir hakkı olmayan sıradan varlıklara dönüştürüyor. Kadınları erkeklerin cinsel tacizlerinden koruma gerekçesi altında, kadınların kontrol edilmesi sonucunu yaratıyor.
“Hasta – doktor” ilişkisini, sıradan bir “kadın – erkek” ilişkisi düzeyine indirgeyen zihniyet, belli ki ne tıp etiğinden haberdar, ne de yapmak istediği değişikliğin ileride birçok talihsiz kadının tıp hizmetlerinden yararlanmasına engel teşkil edeceğinin farkında..
Bu, demokratik ve laik bir ülkede kabul edilemeyecek bir davranıştır.
Ve daha da önemlisi, bu girişim, iktidarda olan partinin eline her fırsat geçtiğinde, kanunların orasını burasını çekiştirerek laik toplumsal düzeni delmeye niyetli olduğunun ipucunu veriyor!