Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sevmek mi istersiniz, yoksa sevilmek mi?

 Bu sorunun yanıtını hiç düşündünüz mü? Hatta daha da ileri gideyim, böyle bir soru cümlesi kurmak aklınıza hiç geldi mi?
Japon yazar Yasushi Inoue’nin “Aşkın Üç Yüzü” isimli romanında rastladım bu soruya. (Çeviren: Ayşe Teksoy, Telos Yayınları.)

Inoue, umarsız bir aşkın değişik yüzlerini anlatıyor bu romanında. Aynı erkeğe üç ayrı kadın tarafından yazılmış üç mektup, bizi gizli bir aşkın sırlarına ortak ediyor.
Üç kadından birisi mektupların muhatabının karısı. Bir mektup karısının kuzini de olan erkeğin gizli sevgilisi tarafından yazılmış. Üçüncü mektubun sahibi ise “gizli sevgilinin” boşanmayla sonuçlanan evliliğinden olan yetişme çağındaki kızı…
Romanı okuyup bitirdiğimde, güzel Türkçe çevirisine rağmen Japonca bilmediğime çok hayıflandım.
Inoue’nin üslubu bana Adnan Benk’in bir yazısının girişinde kullandığı Gustave Flaubert’in bir cümlesini hatırlattı: “Olgunlaşmamış bir tümceyi alelacele söylemektense it gibi gebereyim daha iyi!” (Adnan Benk, Okuyorum Öyleyse Varım, Doğan Kitap.)

Sade, zarif ve detaylı…
Fazladan tek bir kelime bile kullanılmasına olanak vermeyen bir üslup Inoue’ninki… Sonsuz bir zarafet ve sadelik içinde sürüp giden Japon yaşantısının yazıya dökülüşü de böyle olmalı diye düşünüyorum.
Acemi bir yazarın sayfalar dolusu cümleyle betimleyebileceği duyguları, tek bir kelimenin içinde bile yaratabiliyor.
Okurken, gözümün önüne ince bezemelerle süslenmiş, uçucu tonlarla ve titiz bir detaycılıkla çizilmiş Japon resimleri geliyor… Inoue’nin romanını yazarken bir suluboya fırçası kullandığını hayal ediyorum ve böyle şiirsel bir anlatım elbette o büyülü Japon harfleriyle kâğıda dökülebilirdi… O harflerin ne anlama geldiğini bilmek isterdim, böylece yazarın yarattığı üç kadının ruhuna daha iyi nüfuz edebilir, o harflerden her birinin ince kıvrımlarında gizli, gerçek duyguları daha iyi anlayabilirdim. Ne yazık ki Japonca bilmiyorum diye hayıflanmamın nedeni bu…

Tek bir farklı cevap
Başlıktaki soru, tamamı genç kızlardan oluşan bir sınıfta elden ele dolaşan bir kâğıtta yazılı… Kız öğrencilerin biri dışında hepsi “sevilmeyi” tercih ediyorlar. İçlerinden en gösterişsiz ve en çirkin olan tercihini “sevmekten” yana kullanıyor.
Inoue de gizli aşkın kahramanı olan kadının ağzından seçimini “sevmekten” yana yapıyor diye düşünüyorum: “Sevmekle yetinmeyi beceremeyen, sevilmenin mutluluğunu gizlice tatmak isteyen bir kadının hak ettiği cezayı çekiyorum.”

Aşk kişiseldir
Benim oyum da “sevmeköten yana…
Gerçek sevginin kişisel ve tek taraflı bir duygu olduğuna inanıyorum. Çünkü sevgi, elle tutulur, gözle görülür bir şeyin karşılığı olarak birisine sunduğunuz bir duygu değildir diye düşünüyorum…
Tamamen kişiseldir, sadece beni ilgilendirir. Hatta sevdiğim insanın bunu bilmesine, bundan haberdar olmasına bile gerek yoktur aslına bakarsanız. “Ona sevdiğini söyle” önermesi sadece genç radyo DJ’lerinin uçuk kaçık tavsiyelerinden biri olarak ve ancak o tavsiyeler kadar değerli olabilir.

Avcı vurur, ayna kırılır…
Âşık olduğumuz “şey” çoğu zaman bir hayalden ibarettir. Aşkın objesine atfettiğimiz her türlü değer (güzellik, zekâ, alımlılık, yakışıklılık vs.) bize aittir. Aşkın objesinin bunların bir tekine bile sahip olmadığını âşık kişi göremez, bilemez… Böyle belki bin tane atasözü bulabilirsiniz. Aşkın gözünün kör olduğundan tutun da, gönülün nereye isterse oraya konacağına ilişkin tespitlere kadar…
Aşk, bunun için kişisel bir şeydir. O beni sevmese de ben onu sevebilirim ve bu sevgim beni gerçek mutluluğa taşıyabilir…
Linda Le, romana yazdığı önsözde şunu söylüyor: “Aşk, bir avcı ile aynanın karşılaşmasından başka bir şey midir? Ayna kırılır, avcı yalnızca kendi yansımasına ateş etmiştir.”
Bu hafta sonunu düşünerek geçirelim: Sevmeyi mi istersiniz, sevilmeyi mi?