MİLLİYET

Sisam, Kuşadası: Tarlanın ağaçları, kentin insanları…

Gazetedeki arkadaşlarımdan biri, tatil için bizim Sisam, Yunanlıların Samos dedikleri adaya gitti.
Sisam, bizim Kuşadası’nın tam karşısına düşüyor. Bütün Ege adaları içinde, Anadolu kıyılarına en yakın olanı da odur. Doğu ucu Kuşadası Körfezi’nin içine kadar sokulur. Dilek Yarımadası’nın en uç noktası olan Dil Burnu’ndan bir taş atsanız, Sisam’a düşeceğini zannedebilirsiniz. O kadar yakındır..

Tesadüf eseri aynı günlerde ben de Kuşadası’ndaydım. Arkadaşım beni, bir geceliğine bile olsa Sisam’a gitmem için “tahrik etmek niyetiyle”, adanın değişik fotoğraflarından oluşan bir e-posta yollamayı da ihmal etmemiş.
Fotoğraflara bakarken şöyle düşündüm: Dünyanın herhangi bir köşesinde, okuryazar birisine gösterip bir tahminde bulunmasını istesek, bu fotoğrafların bir Ege adasına ait olduğunu kolayca tahmin edebilir.
Lacivert bir deniz, bembeyaz kireç badanalı küçük evler, evlerin çivit mavisine boyanmış doğramaları ve mor begonvillerle tamamlanan bir tablo..

Kişiliksiz mimari
Fotoğrafları inceledikten sonra, başımı bilgisayarımdan kaldırdım ve görüş alanıma girdiği kadarıyla Kuşadası’na baktım..
Aslında bakmam da gerekmiyordu, neredeyse 40 yıldır bildiğim, her yaz eski güzelliklerini biraz daha özlediğim bir yer Kuşadası..
Kuşadası’nda da evlerin büyük bölümü beyaz boyalı. Ama artık eski güzel evler, sonradan yapılan ayakkabı kutusuna benzer apartmanların arkasında kaybolduğu için kentin kendine özgü bir görüntüsü de yok.
Kadınlar Denizi’nden başlayıp Davutlar’a kadar bir beton yığını şeklinde uzanan sahil sitelerinin kişiliksiz mimarisi de cabası..
Onlara bakarken, “mimarlık diye bir meslek olduğu bu topraklarda hiç duyulmamış” diye düşünebilirsiniz.
O, kargacık burgacık binaların önemli bölümü de garip renklere boyanmış olur çoğu zaman.
Gül kurusu, koyu yeşil, açık yeşil, gri, sarı, mavi binalar… Aralarında benim (affınıza sığınarak) ancak “bebek kakası rengi” olarak tanımlayabildiğim bir tuhaf renge boyanmış olanları da hiç az değildir.

Beyaz ev-kırmızı doğrama
Yaşanan bütün o yağmadan sonra Kuşadası’nı eski güzel günlerine döndürmek artık elbette mümkün değil.
Ama hiç olmazsa artık buranın bir Ege kenti olduğunu yeniden hatırlayabiliriz diye düşünüyorum.
Hatta bir adım ileri gidip bütün evleri beyaza, bütün doğramaları kırmızıya boyasak ve bundan sonra yapılacak bütün binaların geleneksel Ege mimarisine sadık kalarak yapılması şartını koysak, eminim ki bir yüz yıl sonra buranın da kendine özgü kişiliği olan bir kente dönüşmesini sağlayabiliriz.
Nasıl ki, “beyaz ev-çivit mavi doğrama” nerede görürsek görelim bize Ege adalarını çağrıştırıyorsa, “beyaz ev-kırmızı doğrama” da ileride insanlara Ege’deki küçük bir Türk kentini hatırlatan bir özellik olabilir diye düşünüyorum..

‘İşim insanlarla’
Böyle düşünüyorum ama bırakın bir kenti yeniden şekillendirmeyi, kişiliği olanlarını bile hızla bozmaya devam ettiğimiz gerçeğini de unutmuyorum.
Eskiden “Bodrum Evi” diye bir şey vardı, hatırlayan kaldı mı bilmiyorum.. Beyaz kireç badanalı, mavi doğramalı, ilginç şekilli bacalarıyla eski Bodrum evleri..
Bu evlerden hâlâ var ama Bodrum’a her gittiğimde sayılarının giderek azaldığını görüyorum. Artık, hangi sivri akıllı icat ettiyse, sarı-kirli beyaz taş evler daha çok görünüyor Bodrum peyzajında..
Dediğim gibi Sisam ile Kuşadası birbirine taş atımı mesafesinde yakın iki yerleşim yeri..
İki yerin birbirinden böylesine ayrılabiliyor olmasının sorumlusu herhalde aradaki küçük bir deniz parçası da değil..
Bizim ayırdında olmadığımız çok daha derin bir fark var arada.
Sokrates, yüzlerce yıl öncesinden yol göstermiş aslında: “Tarlanın ağaçlarıyla hiçbir işim olmaz; bütün işim kentin insanlarıyladır.”