MİLLİYET

Son seçim araştırmasının gösterdiği gerçek

 Geçmiş seçimlerde yaptığı seçim araştırmalarının sonuçlarında sağladığı isabetle bu konuda kendine haklı ve tartışılmaz bir yer edinen Tarhan Erdem, NTV için yaptığı son seçim araştırmasını dünkü Radikal’de yorumladı.

Araştırma 20 – 22 Temmuz tarihleri arasında 7 ayrı bölgede, 38 il ve ilçelerine bağlı 204 köy ve mahallede 1.206’sı kadın 2.434 denekle hanelerinde yüz yüze görüşme yöntemiyle yapılmış.
Bu araştırmaya göre eğer seçimler 22 Temmuz Pazar günü yapılmış olsaydı şöyle bir tabloyla karşılaşacaktık:
Barajı 4 ya da 5 parti aşacak, AKP yüzde 21 – 24 oy oranıyla birinci parti olacaktı. MHP, araştırmanın hata payı düşüldüğünde yüzde 10 – 11 arasında oy alacaktı. (Hatırlayacaksınız, Erdem, geçen seçimlerde MHP’nin seçim başarısını önceden tahmin eden tek araştırmayı da yöneten kişiydi.) ANAP, CHP, YTP yüzde 8 ile 11 arasında oy alacaklardı. HADEP, DSP, SP barajın 4 – 6 puan altında kalacak, diğer partiler yüzde 3’ün altında oy alacaklardı.

Kıran kırana bir seçim
Erdem, daha önceki araştırmalarında seçim tarihinden üç – dört ay önce yapılan araştırmalar ile seçim sonuçları arasında bazı partiler için 10 puana varan farklılıklar çıktığını da hatırlatıyor.
Elbette, seçime daha çok zaman var. Partilerin seçim stratejileri, gösterdikleri adaylar, liderlerinin performansları gibi etkenler bu sonuçları zaman içinde etkileyebilir. Ama yine de unutmamak gerekir ki oyları yüzde üçün altında olan partilerin militan oylarının ve AKP gibi yüzde 20’nin üzerinde oya sahip bir partinin kararlı oylarının bu dönemde pek de etkilenmeyeceğini söylemek mümkün.
Bu durumda ANAP, DYP, MHP, CHP ve YTP arasında kıran kırana bir seçim yarışı cereyan edecek demektir.
Ve bu kıran kırana yarış, bu partilerin önemli bölümünün baraj altında kalması sonucunu da doğurabilecek gelişmelere neden olabilir.
Erdem’in araştırması seçimlerde kullanılacak oyların yüzde 30 – 40 gibi yüksek bir oranının TBMM’de temsil edilememe tehlikesi bulunduğuna dikkat çekiyor.
Bu seçim sonrasında rejimin sağlığı için hiç istenmeyen bir meşruiyet tartışmasının ortaya çıkmasına yol açar.

Ya ittifak olmazsa?
Bu tabloya bakınca Kemal Derviş’in neden “liberal – sosyal sentez” adını verdiği bir “geniş tabanlı ittifak” aradığını da insan daha iyi anlıyor.
Eğer, Derviş bu ittifakı sağlayamazsa gerçek bir rejim bunalımına hazır olmalıyız.
Başbakan Ecevit’in iddia ettiği gibi rejimi tehlikeye düşürecek durum AKP’nin birinci parti olması değil, çok büyük bir oyun Meclis’te temsil imkânı bulamayacak olmasıdır. (Erdem, baraj altında kalacak oy çokluğunun alınan oyla çıkarılan milletvekili sayısında da büyük bir dengesizlik ve adaletsizlik yaratacağını da vurguluyor.)
Bugüne kadar akla gelmedik her şeyi “içine sindirmekte zorlandığını” söyleyerek kabul eden Bülent Ecevit’in, şimdi Derviş’ten gelen ittifak çağrılarını “içine sindiremeyeceğini” söyleyerek reddetmesindeki çelişkiyi bir yana bırakıyorum.

‘Küçük olsun benim olsun’ mu?
Bu tablodan ders çıkarması gereken iki kişi varsa bunlar Tansu Çiller ve Deniz Baykal’dır..
Büyük bir ekonomik krizin yaratıcısı hükümete muhalefet ettikleri dönemde bile oylarını ancak barajın üzerinde tutabilen ve her an barajın altına gitme tehlikesini de önleyemeyen iki lider ne yapacak?
“Küçük de olsa benim olsun” diyerek koltuklarına sarılacaklar ve rejimi tehlikeye düşürecekler mi? Yoksa kendilerine siyasi olarak yakın partilerden gelen ittifak çağrılarını sadece rejim için değil, kendilerini de garantiye almak için kabul edecekler mi?
Çiller ve Baykal’ın hesaplarını bir kere daha gözden geçirmelerinde sonsuz yarar var.