Terörün bir tek hedefi var: Korku yaratmak! İnsanları bu korkunun esiri haline getirip günlük yaşamlarını olağan akışı içinde sürdürmelerini engellemek..
Biliyorlar ki korkunun egemen olduğu bir iklimde kendilerini olduklarından daha güçlüymüş gibi gösterebilirler, fikirlerini sinmiş insanlara daha kolay kabul ettirebilirler.
Bu tuzağa düşmemek gerekiyor.
Tuzağa düşüldü
Ancak dün İstanbul’da işgüzar bir polis memurunun acemiliğinden kaynaklanan bir olay nedeniyle bu tuzağa düşüldü.
Dün basit bir hatanın bu kadar büyüyüp, bütün kenti etkisi altına almasına yol açan şey, tek tek biz bireylerin gerektiği kadar sorumlu davranmayışımızdı.
Binlerce kişi, bilerek ya da bilmeyerek internetin sağladığı olanaklardan yararlanarak “korku”yu yaygınlaştırdı..
Bilgisayarına bir yerlerden ulaşan bir e-postayı, hiç soruşturmadan, üzerinde hiç düşünmeden tanıdığı herkese yollayanlar büyük bir olasılıkla iyi niyetle hareket ediyorlardı…
Tanıdıkları ya da tanımadıkları insanları uyardıklarını, bir tehlikeyi böylece geçiştirebileceklerini düşünüyorlardı.
Ama bu “iyi niyet”, dönüp dolaşıp “kötü niyetlilere” hizmet etti…
Biraz düşünülseydi..
Kimse şunu düşünmedi: Böyle bir tehlike gerçekten söz konusuysa, bu sıradan bir polis memurunun, sıradan bir sivil güvenlik görevlisine tebliğ edebileceği türden bir şey midir?
Böyle önemli bir istihbarat ortalığa bu kadar fütursuzca dökülebilir mi?
Polis, böyle önemli bir tehlike görüyorsa bunu önlemek için gerekli tedbirleri almayı, bir banka şubesinin güvenlik görevlisine bırakır mı?
Bilgisayarının “posta kutusu”nda böyle bir e – posta bulan hiç kimse oturup sakince bunları düşünmedi.. Düşünmüş olsaydı bu postayı hemen başkalarına yollamaz, bir parmak hareketiyle onu çöp sepetine yollayıverirdi.
Bunu görebilmek için insanın istihbarat uzmanı ya da güvenlik konularında allame olmasına da gerek yoktu.
Basitçe akıl yürütmek yeterliydi.
Hemen inanmayın
Böyle yakın ve ciddi bir tehlike olsaydı bunu sıradan bir polis memuru değil, bizzat Emniyet Müdürü ve Vali, o alışveriş merkezinin en üst yöneticisine bizzat söylerdi.
Ne tür önlemler alması gerektiği bu kişiye anlatılır, polis de bu tedbirlerin alınıp alınmadığını, yeterli olup olmadığını denetler ve bir yandan da kendi özel önlemlerini alırdı..
Ama hiçbir surette böyle bir “tebliğ” sıradan bir işlemmiş gibi yapılmazdı..
Bu olayda Emniyet görevlisinin ihmali, işgüzarlığı, Emniyet Müdürü’nün teşkilatına ne kadar hâkim olduğu gibi konular ikinci planda kalıyor.
Burada asıl sorumluluk biz vatandaşlara düşüyor.
Okuduğumuz ve duyduğumuz her şeye hemen inanmamalıyız. Aklımızı ve muhakeme yeteneğimizi kullanıp hangi uyarının ciddi, hangi uyarının gayrî ciddi olduğunu kolayca ayırt edebiliriz.
Hepimizin görevi
Kaynağı açıkça belli olmayan her söylenti ve her e- postanın başkalarına aktarılarak, çoğalmasına ve yaygınlaşmasına izin vermemeliyiz. Böyle davrananları uyarmalıyız.
“Söylenti terörünün” de en az bombalar kadar yıkıcı bir etki yaratabileceğini, bu tür söylentileri yayarak başka insanların işlerini, günlük yaşamlarını tıpkı teröristler gibi etkileyebileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız.
Terörle mücadele sadece polisin ve askerin yerine getireceği bir iş değildir.
Terör hepimizi hedef alıyor, onunla mücadele de hepimizin işidir.
Şüpheli bir durumla karşılaştığınızda bunu bildirmeniz gereken kişiler telefonla ya da e-postayla ulaşabileceğiniz yakınlarınız ya da hiç tanımadığınız insanlar değil, emniyet yetkilileridir. Bunu unutmamalıyız.