On yıl kadar önce Rio de Janeiro’ya gittiğimde plajlardan ve “fiodental”lerden önce apartmanların bahçelerine dikilmiş ve yüksekliği üçüncü kat seviyesini rahatlıkla bulan demir parmaklıklar dikkatimi çekmişti.
Zaten havaalanından bindiğim taksinin şoförünün ilk öğütleri de bununla ilgiliydi.
Görünür yerde çanta, fotoğraf makinesi taşıma! Plaja sadece mayonu ve havlunu götür ve yanında sadece bir bira alacak kadar paran olsun, gece ana caddelerin dışındaki yollarda yürüme vs..
İstanbul gibi dünyanın en güvenli metropollerinden birinde yaşayan, gecenin herhangi bir saatinde herhangi bir semte giderken aklına hiçbir korku düşmeyen benim gibi birisi için çok yadırgatıcı öğütlerdi bunlar.
Aradan bu kadar yıl geçtikten sonra İstanbul’un da giderek bir korku kentine dönüşmekte olduğunu görüyorum.
İstanbul’da yaşayıp da birinci elden bir “kapkaç” öyküsü dinlememiş kaç kişi vardır, bilemiyorum ama sayılarının da artık çok olmadığından eminim.
Polis her suça yetişemez
Böyle durumlarda İstanbul’un asayişinden sorumlu olan kamu görevlilerini suçlamak âdettendir: Emniyet görevini yapmıyor, bu müdürde iş yok gibi..
Bunlar yüzeysel yorumlar ve İstanbul gibi dev bir kentte emniyet güçlerinin işinin ne kadar zor olduğunu bilmeyenlerin kolayca benimseyebileceği görüşler..
İstanbul’da geçen yıl 5 binden fazla kapkaç olayı yaşandı ve yaklaşık 3 bin olayın failleri yakalandı.
Bu küçümsenebilecek bir oran değil, bunu kabul etmek gerek.
Öte yandan ölümle sonuçlanan ve herkesi üzüp sarsan son kapkaç olayı da gösteriyor ki, olayların failleri mutlaka sabıkalılar arasından da çıkmıyor.
Herkesin başına bir polis dikme olanağı da olmadığına göre “önlemler” konusunda sadece emniyet görevlilerini sorumlu tutmak da o kadar gerçekçi değil.
Yapılması gereken başka şeyler de var: Örneğin her gün on binlerce insanın yolculuk yaptığı banliyö trenlerindeki vagonlarda hâlâ güvenlik kamerası yok.
Bu sadece kapkaç türü adi suçlar için değil, terörün hedeflerinden biri olan bir kent için de büyük bir eksiklik sayılmalı..
Kameralar 5’te 1 ‘caydırdı’
Sadece kamu görevlilerine değil, vatandaşlara da önemli sorumluluklar düşüyor.
Yeni bir suç türüyle karşılaştık ve bu suçu tamamen önlemek mümkün olmadığına göre yaşam biçimimizi de buna uydurmak zorundayız.
Daha küçük çantalar taşımak, çantaları yoldan geçenin kolayca uzanamayacağı şekilde taşımak, emniyetli görünmeyen yerlerde cep telefonu, fotoğraf makinesi gibi araç – gereçleri uluorta kullanmamak, taşımamak gibi…
Bir diğer husus da şu: Beyoğlu’na konulan güvenlik kameraları ve Kadıköy, Eminönü, Nişantaşı gibi bölgelerde yürüyen devriyelerin bu tür adi suçlara karşı caydırıcı olabildiğini gördük.
Geçen yıla göre bu yıl polise intikal eden olayların sayısında yüzde 20 azalma var ve bu ciddi bir oran.
Öte yandan kent içinde evlerden yapılan hırsızlık olaylarının da giderek arttığını biliyoruz. Emniyet, yakalanma oranının yüzde seksenlere ulaştığını söylüyor ama klasik karakol örgütlenmesi mahallelerin güvenliğini sağlamaya yetmiyor.. Çünkü karakolların ne sokaklarda dolaştıracak elemanları ne de bu elemanlarına sağlayabilecekleri bir otomobilleri var.. Otomobili olan karakolun da benzin parası yok!
Öyle görünüyor ki, İstanbul’un yeniden güvenli bir kent haline gelebilmesi için daha büyük çaplı bir planlamaya ve paraya ihtiyaç var.