MİLLİYET

Türban sorununu mahkemeler çözmeyecek

 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Leyla Şahin Davası’nda verdiği karar, “türban” konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirecek nitelikte..
Kararın açıklanmasının ardından bazı gazetelerde yazan aşırı dinci yazarların tutumu ilginç.

Yorumlar o boyuta geldi ki “Gâvurların hâkim olduğu bir mahkemeye İslam dininin emrettiği bir konu neden götürüldü?” diyenler bile var..
Eğer karar tersi olsaydı eminim aynı yazarlar “gâvurların hâkim olduğu bir mahkemeden” hiçbir şekilde söz etmeyeceklerdi..
AİHM’nin kararı ortaya koyuyor ki, bugün geçerli “pozitif hukuk”, türban konusunu bir kişisel hak olarak değil, toplumsal bir durum olarak algılıyor.
Hasan Bülent Kahraman’ın Radikal’deki yazısında tespit ettiği gibi: “Batı hukuku, isterseniz pozitif hukuk deyin, toplumsal alanda yer alan özneler arasındaki etkileşime dayanır. Bu etkileşimin kaynağı da hak ve sözleşme kavramlarıdır. Bir arada yaşamanın zorunlu kıldığı hak ihlalinin önlenmesi o hukukun temelidir.”
Ya tutarlılık!
Burada dikkat edilmesi gereken durum çok basitleştirerek ifade etmek gerekirse şu: Evet, türban kişisel bir hak olarak kişinin kendi tercihine bağlıdır. Ancak bu hakkın kullanımı, geçerli laik düzeni koruyabilmek amacıyla sınırlandırılabilir..
Türkiye son yıllarda çok önemli ve birçok kişi için yapılamaz gibi görünen demokratik bir dönüşüm sürecinden geçiyor.
Bu dönüşüm çabalarının referans noktası ise genel olarak Batı Avrupa’da geçerli olan demokratik hak ve özgürlüklerdir..
AİHM de devletlerüstü bir mahkeme olarak bu hakların kullanımını gözetir..
Dolayısıyla hem Avrupa Birliği üyesi olmayı istemek, hem de AİHM’ye “gâvur mahkemesi” demek iç tutarlılığı olan bir davranış sayılmaz.
Hatta bir adım ileri giderek söyleyebiliriz ki, Türkiye’deki aşırı islamcı çevrelerin mahkeme kararına gösterdikleri tepkinin niteliği, mahkemenin kararının aslında son derece isabetli olduğunu da ortaya koyuyor..
Demokrasi araç mı?
Bu tutum birçok kişide aşırı islamcı çevrelerin “gizli bir ajandası” olduğu inancını pekiştirecek bir durumun varlığına da işaret ediyor.
Belli ki bazı çevreler için “demokrasi” doğrudan bir amaç değil.. “Gizli ajandayı” zamanı geldiğinde uygulamaya sokmaya yarayacak bir “araç”tan ibaretmiş..
Bunun çok yaygın ve bugün genel olarak “islamcı” diye tanımlanan tüm kesimleri kapsayan bir davranış ve düşünce biçimi olduğunu elbette iddia etmiyorum.
Hiç kuşku yok ki, kendi inançlarına uygun olarak yaşamak isterken, demokrasi kavramını içselleştirmiş, başkalarının yaşam biçimlerinde özgür olduklarını kabul etmiş olanlar da var..
Sorun her olayda olduğu gibi bu özel olayda da en aşırı uçlardaki kişilerin seslerinin en yüksek tonda çıkıyor olmasıdır.
Ve onların yarattıkları bu gürültü patırtı yüzünden, sadece okumak isteyen bir çok genç kızın haklı sesi de duyulmuyor.
Türban konusunu çözecek olan merci şu ya da bu mahkeme olmayacak..
Türban konusunu Türkiye kendi içinde, konuşarak ve uzlaşarak çözecek..
Demokrasi dediğimiz şey de zaten bundan başka bir şey değildir.