İzmir Valisi Yusuf Ziya Göksu’nun, Halis Toprak’ın davetlisi olarak Londra’ya gidişi ve ardından kamuoyunda buna yönelik tepkinin büyümesini gazetelerde ilgiyle izliyorum.
Tepkinin bu kadar büyük olmasının nedeni, sanırım Halis Toprak’ın batık bankası nedeniyle devlet hazinesine ve dolayısıyla halka karşı borçlu olması.
Çünkü bizim ülkemizde, bürokratlar ile varlıklı kişilerin içli-dışlı olmaları, birlikte gezilere çıkmaları, birlikte eğlenmeleri bu kadar yadırganacak bir şey değil.
Hatta bunun bir “devlet geleneğimiz” olduğunu bile söylemek mümkün.
Hediyenin sınırı
Devlet yöneticilerimiz içinde en açık sözlüsü olarak tarihe geçecek kişi olan Turgut Özal, “Ben zenginleri severim” diyerek bunu en özlü biçimde ifade etmişti.
Tanıdığım kadarıyla İzmir Valisi Göksu, dürüstlüğünden kolayca şüphe edemeyeceğimiz bir bürokrat.
Ve şimdi belki de kendisi açısından “bir dikkatsizlik” yapmış olmasının sonucu olarak mesleki geleceği tartışılıyor.
Kamu görevlilerinin alabilecekleri hediyelerin sınırlarına ve hangi koşullarda hediye kabul edilebileceğine ilişkin olarak yasal mevzuatımızın “bulanık” olması, bu tür tartışmaların hiç eksilmemesi sonucunu yaratıyor ve kamu görevlilerine karşı toplumda bir kuşku uyanmasına uygun zemin yaratıyor.
Tenzile Erdoğan Hastanesi
Başbakan Erdoğan, cumartesi günü Rize’nin Güneysu ilçesinde, “bir hayırsever” tarafından yaptırılan bir hastanenin açılış törenine katıldı. Bununla ilgili haber de pazar gününün gazetelerinde yayımlandı.
Hiçbir gazetede manşet olmadı ama bence olayın ilginçliği şu ki, “hayırsever” kişi, yaptırdığı hastaneye Başbakan Erdoğan’ın annesi, Tenzile Erdoğan Hanım’ın adını verdi.
Söz konusu hayırsever, Başbakan’ın yakın dostlarından biri olan Cihan Kamer.
Olanakları elveren kişilerin hastane, okul gibi kurumları topluma kazandırmaları ve bunlara kendilerinin ya da yakınlarının adlarını vermeleri yadırganacak bir durum değil.
Tam tersine bu teşvik edilmesi gereken bir uygulama zaten.
Ancak bilebildiğimiz kadarıyla Kamer ile Erdoğan aileleri arasında bu tür “bir diğeri adına hayır yapmayı” haklı gösterecek bir yakınlık ilişkisi yok.
Hayırseverler seviyor!
Ahmet Hakan’ın Hürriyet’teki yazısından anladığım kadarıyla Kamer ile Erdoğan ilişkisi, öyle uzun boylu bir geçmişi olan, bu tür bir “hukuku” taşımaya yeterli bir geçmiş de değil.
Bu durumda hastanenin Başbakan Erdoğan’a “hediye edilmiş olmasından” mı söz etmeliyiz? Elbette maddi bir varlığın devrinden değil, yapılan hayrın manevi kazanımının devrinden söz ediyorum.
Bilebildiğim kadarıyla Başbakan’ın çocuklarını da bir başka “hayırsever” yurtdışında okutuyor.
Ne kadar etik?
Kamuda önemli bir görevi olan bir kişinin, bu tür “hayırları” kendi adına kabul etmekte tereddüt etmemesi, “etik” açıdan doğru mu diye düşünmek gerekiyor.
Başbakan bu tür “hayırları” bir armağan olarak kabul etmekte tereddüt göstermezken, diğer kamu görevlilerinin başka armağanları kabul ederken titizlik göstermemiş olmalarını da yadırgamamak gerekiyor.
Halen yasal mevzuatımızda da var olan ama şu ya da bu nedenle sağlıklı olarak uygulanmayan “kamu görevlilerinin armağan almalarıyla ilgili” hükümleri tekrar gözden geçirmeliyiz diye düşünüyorum.
Mademki bu yasal çerçeve, bu tür olayların olmasının önüne geçmeyi sağlamıyor, o zaman yapılması gereken şey, kamu kesimine yönelik yeni bir “etik kurallar yasası” çıkarmak olmalı.
Yayımlandıktan sonra Resmi Gazete sayfalarında unutulmayacak, gerçekten herkese eşit olarak uygulanabilecek bir etik yasası!