Vur, kır, parçala bu maçı kazan!
Spor sayfalarıyla ilgilenmeyen okuyucuların dikkatlerinden kaçmış olmalı. İnter forması giyen Brezilyalı futbolcu Ronaldo, iki yıllık bir sakatlık döneminden sonra ilk kez bu pazar günü oynayabildi ve bir de gol attı.
Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor. Bizim pek alışkın olmadığımız tablo bundan sonrasında…
Ronaldo’nun attığı gol o sırada İtalya’da oynanan diğer lig maçlarında stadyumlardaki ‘skorbord’larda yazılıp anons edilince istisnasız tüm futbolseverler ayağa kalkıp bu golü ve Ronaldo’yu alkışladılar. Dünya futbolunun ender yetiştirdiği yeteneklerden birinin sahalara, üstelik de golle dönüşünü kutladılar.
Futbol savaş değildir
İçlerinde İnter ile şampiyonluk yarışı yapan takımların taraftarları da vardı, İnter’i günahları kadar bile sevmediklerine kalıbımı basacağım öteki birinci lig takımlarının taraftarları da..
Futbolun bir savaş olmadığını, aslında insanları birleştiren bir heyecan ve spor olduğunu gösteren, ders almamız gereken bir örnek…
Aynı saatlerde Türkiye’deki statlarda “vur, kır, parçala, bu maçı kazan” sloganlarının atılmakta olduğunu; oyuncuların, yöneticilerin, hakemlerin bir küfür sağanağı altında kaldıklarını bilmiyorum yazmama gerek var mı?
Hami’yi hatırladınız mı?
Aynı hafta Trabzonsporlu Hami de tıpkı Ronaldo gibi uzun bir sakatlıktan sonra sahalara dönmüştü ama bu kimsenin umurunda bile olmadı. Kimse Hami’nin uzun süredir seyredemediğimiz müthiş frikik gollerini yeniden görmeye başlayacağız diye sevinmedi. Eminim, Hami bir üç yıl daha oynamasa buna da başka takımları tutan taraftarların hiçbiri üzülmeyecekti.
Futbolu neden bir kan dökme ve küfür etme vesilesi haline getirdiğimizi sanıyorum hep birlikte düşünmemizde fayda var..
Benim futbolu sevmeye başladığım ve babamın elinden tutup maçlara gittiğim yıllarda stadyumlarda rakip takımlara küfür edilmezdi. “Yayaya şaşaşa Fenerbahçe çok yaşa”, “Rerere rarara Galatasaray cimbombom”, “Büyük Altay”, “Gözgöz Göztepe”, “Kafkafkaf Sinsinsin Kafsinkafsinkaf” (Karşıyaka Spor Kulübü’nün kısaltması KSK böyle okunurdu) gibi tezahüratlar vardı.
Hakeme söylenen en ağır söz “Gözüne gözlükötü. Tesadüfen bir rakip taraftar tribüne geldiyse o “Aramızda kaz var, ördek var” denilerek kaçırtılırdı.
Kazanmak her şey mi?
Boynumda Fenerbahçe kaşkolu, üzerimde sarı – lacivert kazakla Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın maçlarına bile gittiğim olurdu. Şimdilerde en hafifinden iki bıçak yarasıyla atlatabileceğim bu durum kimsenin dikkatini ve ilgisini bile çekmezdi.
Gel zaman git zaman Türkiye ile birlikte takım taraftarlığı da değişti. Ama ne yazık ki bu değişim iyi yönde olmadı.
Bunu sadece bozulan Türkiye ekonomisiyle, insanların ağır geçim şartları altında ezilip stadyumlarda deşarj olma olanağı bulmalarıyla açıklayabilir miyiz? Sanmıyorum. O zamanın Türkiye’si bugünkünden daha fakirdi, geçim koşulları o zaman da ağırdı ama kimse deşarj olmak için küfür etmek, kavgaya tutuşmak ihtiyacını hissetmiyordu.
Bunu yaratan sebep belli: Yaşamın her alanında sadece kazanmanın öne çıktığı, kazanmak için yapılacak her şeyin mubah görüldüğü bir toplumsal iklim…
Bu öyle bir iklim ki eğitimli, iş – güç sahibi kentlileri bile lümpence hareket etmeye yöneltebiliyor.
Bu gelişmeden gurur duymamıza imkân var mı?