Geçen gün 47 yaşıma bastım… Çok zor olmadı. Mumları üfledim ve püfff… Bir baktım 47 olmuşum.
Ara yaşlar böyledir, işte… Gelmelerini beklemezsiniz, geldiğinde de o gün her zamankinden biraz daha çok tatlı yemek zorunda kalırsınız, hepsi o kadar… Değişen sadece, alınan kiloları vermek artık giderek zorlaştığı için pastadan yediğiniz dilimin her geçen yıl biraz daha incelmesidir…
Ama “yuvarlak yaşlar” böyle değildir. 20’ye, 30’a, 40’a, 50’ye, 60’a, 70’e, 80’e ve mümkün olursa 90’a, 100’e basmayı beklersiniz.
Köşeli yaş
Bir tek 18’inci yaşınız hariç… O “köşelidir”. Gelmesi için çok uzun zaman beklemek gerekir ve o yıllar gerçekten insanı bıktıracak kadar ağır geçer.
O bir milattır çünkü. Kanunlar böyle yazıyor, 18’e geldiğinizde artık siz bir “kişi”sinizdir. Ne isterseniz yapabileceğinizi zannedersiniz, ama her şeyi yapamayacağınızı da anlamanız için o günü mutlaka görmeniz gereklidir. Ve onun heyecanından iki yıl sonra geliveren 20’nci yaşınızın ne olduğunu bile anlayamazsınız. Belki de “yuvarlak yaşların” en şanssızı bu yüzden 20’dir.
Yeni hedef 50!
30’a, 40’a önem veririz. Sanıyorum ben artık 50’ye de önem vereceğim…
Bunlar insanın yaşlanmaya başladığını anladığı, geride kalan yılların artık hiçbir şekilde geri dönmeyeceğinin bilincine varıldığı yıllardır çünkü.
Gerçi fiziksel görünüşünüzde önemli bir değişim olmaz. Gücünüz kuvvetiniz de yerindedir… En fazla biraz göbek yapmış olabilirsiniz, belki saçınızdan birkaç tutam da eksilmiş olabilir.
İnsan gelecekle ilgili planlarını bu yaşlara göre yapar. Artık herkes kendisine göre tabii: Kimi evlenmeyi planlar, kimi çocuk sahibi olmayı, kimi iş değiştirmeyi, kimi tekneyle dünya turuna çıkmayı, kimi Rio’yu görmeyi, kimi bir roman yazmayı vs..
Bu yüzden bu yaşlar çoğu kez gülümsenerek karşılanır. Planlanan şeyin yapılma olasılığının olmadığı görülmüş olsa bile… Sonuç olarak hayallerin gerçekleşmesi için insan, önünde daha en az bir on yıl olduğunu düşünür ve içindeki umudu canlı tutmayı başarabilir.
On yıl geçti aradan…
Tanıdığım birçok insan 30 yaşına girdiğini gördükten sonra kısa süren bocalamalar yaşadı. Ama sonra her şey yoluna girdi. Dedim ya, on yıl hiç de kısa bir süre değil… “Daha kırka kadar on yıl var, sorun değil” diye düşünmüş olmalılar…
Galiba insanların 40’lı yaşlarına gelince “Hayatım nereye gidiyor, ben kimim, bu benim istediğim hayat mı?” sorularına yanıt ararken bunalımlar geçirmelerinin sebebi de bu: 30 yaş için hayal edilenlerin, aradan geçen on yıla rağmen gerçekleştirilememiş olması…
Kendimden vazgeçmem!
40’lı yaşlarımın sonuna doğru yaklaşırken hissettiğim en önemli şey ise, kendimi artık olduğum gibi kabul edebilmem ve bundan da hiç rahatsız olmamam.
Maymun iştahlılığımdan, aceleciliğimden, dağınıklık ve ihmalkârlığımdan mesela… Ya da, sonunda arkadaşlarımın kırılacağını bilsem bile iyi bir espri fırsatını asla kaçırmama huyumdan… Birespriyikaçıracağımaişimdenolurumdahaiyi Sendromu deniliyor buna!..
Artık ciddiye alınmak için mutlaka çatık kaşlarla dolaşmak gerekmediğini de öğrendim bu süre içinde… Ve en önemlisi: Birilerinin beni sevmesi için değişmek, kendimi gerçekte olmadığım bir insan olmaya zorlamak, kendimden vazgeçmek zorunda değilim! (Bu isimde bir kitap aldım doğum günümde: Beni sevmen için kendimden vaz mı geçmeliyim?)