Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, zina tartışmaları ile ilgili olarak “medya”yı suçladı.
Gül’e göre bazı Avrupa gazeteleri, Türk gazetelerinin yayınlarından etkilendikleri için AKP hükümetinin zina ile ilgili olarak yapmak istedikleri aleyhine yayın yapmaya başlamışlar.
Bazılarımız işleyişi konusunda şikayetler etsek de Türkiye, genel anlamda demokratik bir ülke.
Ve zina konusu ile ilgili tartışmalar demokratik kültürün giderek yerleşmeye başladığını da gösteren bir örnek oldu.
Hükümet, iktidarda olmanın bir gereği olarak kendi programına ve zihniyetine uygun icraatlar yapıyor. Bu demokratik bir seçim sonucunda elde ettiği bir haktır.
Muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve halkın “gözü, kulağı, sesi” durumunda olan medyanın, hükümet icraatları içinde beğenmediği, yanlış bulduğu konulara karşı çıkması da aynı şekilde bir demokratik haktır.
Bu nedenle Abdullah Gül’ün medyanın bu konudaki yayınlarından duyduğu rahatsızlığı ifade ediş biçimine katılmıyorum.
Medya, kendi doğru bildiğini yapıyor.
Bunun “hükümeti Avrupa’ya jurnallemek” zihniyetiyle ele alınması, demokratik kültür içinde yadırganacak bir davranış.
Herşeyden önce Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olmak için kelimenin tam anlamıyla “didiniyor”..
AB ülkelerinde suç değil
Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda en büyük yasal dönüşümlerin bu hükümet zamanında yapıldığını ve bunların büyük çoğunluğunda medyanın desteğinin de alındığını unutmamak gerek.
Bütün medya adına konuşma hakkım yok elbette. Ancak Milliyet adına şunu söylemeliyim: Bizim çizgimizde değişen bir şey yok. Biz, Türkiye’nin demokratik, laik, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olmasını savunuyoruz. Avrupa Birliği’ne üyelik hedefinin, savunduğumuz ilkelerin kökleşmesi için gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Hükümetin “zina” konusunda yapmaya çalıştığı düzenleme bu hedefle çelişiyor.
Üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ülkelerinin hiç birinde “zina”, ceza kovuşturmasını gerektirecek bir suç sayılmıyor.
Zina, bu ülkelerin tümünde bir “boşanma” nedeni ve bir cezai yaptırımla ilişkilendirilmiyor..
Zinanın suç kabul edildiği, ceza kanunlarındaki hükümlerle cezalandırıldığı ülkelere bir bakalım: Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, İran, Irak, Suriye, Malezya, Bangladeş, Yemen, Lübnan, Cezayir, Birleşik Arap Emirlikleri, Sudan, Nijerya, Çad, Kamerun, Mali, Uganda ve Nijer..
Hangisinde Avrupai bir demokrasi anlayışının olduğunu söyleyebiliriz?
Verheugen’in uyarısı!
Nitekim AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, bu konuda hakim olan Avrupa düşüncesini dün Mehmet Ali Birand’a şöyle açıkladı:
“İnsanlar buna cezai müeyyide koyarak sorunu çözemeyeceklerinin farkındadır. Zina medeni hukukun bir parçası olmalı, ceza hukuku konusu değil. Türkiye’nin zinayı tekrar ceza hukukunun bir parçası haline getirmesi Avrupa ülkelerinde yanlış anlaşılabilir. Bu bir tür islami eğilimlere imtiyaz tanınması olarak yanlış anlaşılabilir. AB ülkeleri kamuoyunda bu konuda çok ciddi bir tepki olduğunu söyleyebilirim. Ankara’da gerek hükümet ve gerekse parlamento çevreleri bunun bir sorun olduğunun farkına varmalı…”
Bizim de söylediğimiz bundan başka bir şey değil.
Zina, elbette kabul görüp teşvik edilecek bir konu değil.
Ama zina, bir ceza hukuku sorunu da değil.
Medeni Kanun bunu zaten bir boşanma nedeni olarak görüyor ve kusurlu eşi cezalandırmaya yarayacak hükümleri de içeriyor.
Hükümet, bu konuyu inatlaşmaya dönüştürmekle yanlış yapıyor.
