Bir 'off' çeksem karşıki dağlar yıkılır!
Bayram tatilinin dokuz güne çıkarılması, bazı çevrelerin nedense yine ayağa kalkmasına yol açtı. Seslerin yükselmesinin bir tek gerekçesi var: Biz fakir milletiz, daha çok çalışmamız gerekirken, tatil bizim neyimize?
İlk bakışta doğru bir yaklaşım gibi görünüyor. Ama biraz sonra anlatacaklarıma kulak verirseniz, kazın ayağının hiç de öyle olmadığını göreceksiniz.
Beni tanıyanlar bütün bir yılı hafta sonu tatili bile yapmadan geçirdiğimi bilirler. Yakın zamana kadar ben de bunun bir marifet olduğunu zannediyordum.
Ama Aralık sonunda The Economist dergisinde yayınlanan bir yazıyı okumak, benim de ufkumu açtı.
Yazı tüm dünya ülkelerindeki resmi tatil günlerinin, bir üretim kaybına yol açıp açmadığını tartışıyor ve şu soruyu soruyor: Herkes, işinden iki kat daha fazla “off” alsaydı, dünya daha mı kötü olurdu? (“Off almak” deyimi, “izin almak, işe ara vermek” anlamında kullanılıyor.)
Bir işçinin 8 saatlik bir işgününde 40 metrelik bir kanal kazması gerektiğini varsayalım.
Gözlemler gösteriyor ki, çalışmanın ilk altı saatlik bölümünde işin çok büyük bölümü bitirilebiliyor. Son iki saatlik bölümde ise iş verimi azalıyor, işçimiz daha ağır çalışarak işi tamamlıyor.
Bu işçiye, son iki saati kendi istediği gibi değerlendirebileceğini söyleseydik, (mesela kahvede arkadaşlarıyla pişpirik oynayabilirdi) işin tamamı ilk altı saatte bitirilebilecekti.
Nitekim, uyanık Türk müteahhitleri, bu durumu keşfederek, işlerinin önemli bölümünü “götürü” olarak taşeronlara veriyorlar.
Böylece işçi daha kısa sürede, daha çok iş yaparak kendi verimliliğini arttırıyor. Arta kalan sürede de isterse başka bir işe girip çalışıyor, isterse aylaklık yapıyor.
Dünya ülkelerinde tatil
Bu teoriye göre, yapılan işin randımanını belirleyen şey sonuçta harcanan işgücü ve karşılığında elde edilen ürün oluyor.
Bu da gösteriyor ki, eğer işgücünün verimliliğini arttıramıyorsanız, bir insanı bırakın 8 saat çalıştırmayı, sabahlara kadar da o işyerinde tutsanız, elle tutulur, gözle görülür bir üretim artışı sağlayamıyorsunuz.
Bu, işin bir yönü. Şimdi, bakalım dünyada neler oluyormuş.
Almanya’da hafta sonu tatili artık cuma öğlen paydosundan itibaren başlıyor. İtalya ve Fransa’da bütün bir Ağustos ayı tatille geçiyor. İngilizler yılbaşı tatili ile noeli birleştirmeye bayılıyorlar. Meksikalılar, pazartesi günlerini “Aziz pazartesi” bahanesi altında hafta sonu tatiline ekliyorlar.
Çok çalışkan oldukları düşünülen Japonlar, resmi tatiller açısından dünya birincisi. Yılda tam 18 gün tatil yapıyorlar. Almanların ve Amerikalıların 13 gün resmi tatilleri var.
İzin kullanmak zorunlu
Bunlar normal yıllık izinler ve hafta tatilleri dışındaki “off” süreleri.
Türkiye’de yıllık izin kullanımının 15 günlük ortalamayı bulamadığını da dikkate alırsanız, aslında bizler bu ülkelerin tümünden daha çok çalışıyoruz.
Amerika’da işe ilk girişten itibaren 15 gün, beş yıldan itibaren de üç hafta yıllık izin zorunlu. 15 yıl ve daha üstü sürelerde çalışanlara da dört hafta mecburi izin var.
Bütün bunların dışında Amerika’da bir de “görünmeyen tatiller” var.
Kayıtlı 128 milyon çalışanın 85 milyonu her yıl şirket toplantısı adı altında tatile çıkıyor.
Bunların dörtte biri Karayipler gibi tatil ülkelerindeki kongrelere gidiyorlar. (Ünlü Kongre Eğleniyor filmini hatırlayın.)
Kongre turizmine katılanların 6 milyonu bu gezilere karı-koca olarak gitmişler. Bütün bu tür tatiller için Amerikalı şirketlerin harcadıkları para 40 milyar Amerikan Doları tutuyor.
The Economist bu durumu şöyle açıklıyor: “Çalışanlar için bu küçük kaçamakların avantajı, iş adı altında yapılması ve gerektiğinde harcırah da alınması. İşverenlerin karı ise bunları yasal harcama olarak gösterip vergiden düşmeleri ve çalışanların tazelenmiş, dinç kafalarla işlerinin başına geri dönmeleri.”
Öte yandan Avrupa Birliği’nin en zengin ülkesi Hollanda’da haftalık çalışma süresi 32 saatle sınırlı.
Yani bizim günlük 8 saat çalışma hesabıyla haftada dört iş günü. Avrupa Birliği’nin en fakir ülkesi olarak kabul edilen Portekiz’de ise Avrupa’nın en uzun haftalık çalışma saati uygulaması var.
Bu bize gösteriyor ki zengin ekonomiler, monoton ve yorgun bir işgücünden çok, yaratıcı ve özgün fikirlere önem veriyor. Japon şirketi Sony, her çalışanın yıllık iznini mutlaka kullanmasını istiyor.
Bertrand Russel, 1935’te yazdığı bir kitabında günlük çalışma süresinin 4 saatle sınırlandırılmasını, arta kalan zamanın da insan aklının dinç kalması için havailikle geçirilmesini önermişti.
Zaten işyerinde vakit geçirmek her zaman “başarı” için yeterli olmuyor. Bu düşüncedekiler, Arşimet’in en önemli buluşunu banyoda yaptığını hatırlatıyorlar!
Günümüzün akıllı işverenleri, çalışanların iş dışında vakit geçirmelerinin, onların sakin kafayla fikir üretmelerine yardımcı olacağını düşünüyorlar. Çalışanların bitkin düşmelerini, yorgunlukla dağılan dikkatleriyle işlerine zarar vermelerini istemiyorlar.
Çok çalışmak ve karamsarlık
Şöyle bir söz var: “İşyerindeki en karamsar kişi, işe en erken gelip, en son çıkandır. Ve genellikle en verimsiz olan da odur.”
Şimdi bütün bunları neden yazdığımı merak ediyor olmalısınız.
Ben de bugünden itibaren 12 günlük bir “off” veriyorum.
Fazlasıyla hak ettiğime inandığım bu tatil süresince beni üzecek tek şey bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmama imkan veren yazılarımı yazamayacak olmam.
Bayramınız kutlu olsun, hoşça kalın!