Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Pazar yazılarını nasıl anlarsınız? Hafifliğinden mi?

Biliyorsunuz, son aylarda köşe yazarları yeni bir adet çıkardılar. Pazar yazılarını artık “hafif” konulardan seçiyorlar. Gerçi bu usul, rahmetli Burhan Felek ve daha sonraları Rauf Tamer tarafından denenmisti, ama bugünkü kadar “in” olmamıştı.

Doğrusunu isterseniz, haftanın bir gününün “hafif” bir konuya ayrılması usulünü yadırgıyorum.

Bir defa yazılanın “hafifliğine ve “ağır”lığına kim karar Veriyor? Bunun ölçüsü ne?

Eğer aşk, müzik, edebiyat gibi konular hafif sayılıyor da, politikacıların kısır tartışmaları ve kendilerinin bile inanmadığı demeçleri ağır sayılıyorsa, bir kere bu ayrıma katılmıyorum. Ben kendi adıma aşkın da, müziğin de, edebiyatın da bizim politikacıların anlamsız davranış ve sözlerinden daha ciddi şeyler olduğuna inanıyorum.

Hatta daha da ileri gidiyorum ve politikacılarımızın hiç birini ciddiye almıyorum. Demek ki ben hafif yazı yazmak istediğim zaman politika yazmalıyım!

Zaten konuları böyle hafif-ağır diye ikiye ayırıp, haftanın belirli günlerinde dünya yıkılsa konuyu değiştirmemek usulünün de pek mantıklı olduğuna inanamıyorum.

Diyelim ki pazartesi gecesi. Uykunuz kaçmış. Elinizdeki tek iktidar göstergesi olan uzaktan kumandayla kanallar arasında dolaşıyorsunuz. Bu arada tabii radyo da dinliyorsunuz ve gecenin içinden gelen kısık sesli kadının şarkısındaki sözler yüreğinizin bam tellerini titretiyor. İçinizden bir duygu şelalesi boşanıyor.

Şimdi gelin de bunu yazmak için cumartesiye kadar bekleyin bakalım.

Ya da cumartesi günü gazeteye gelmişsiniz. Hafif yazınızı yazmak için romantik bir ortam yaratmışsınız. Son çıkan kasetlerdeki şarkı sözlerinden derin manalar çıkarıyorsunuz, ama o da ne? Başbakan, Cumhurbaşkanı’nı yumrukluyor. Bunu görmezden mi geleceksiniz? “Benim hafif yazı günüm, bana ne” mi diyeceksiniz.

Velhasıl, sevgili okuyucularım, arkadaşlarım ne kadar ısrar ederlerse etsinler ben haftanın bir gününü hafif, diğer gününü ağır yazılara ayıran köşe yazarlanndan olmayacağım.

Bunu onların ağır zannettiklerini hafif bulmam, ya da benim çok ciddiye aldığım şeyleri başkalarının hafif bulması gibi bir gerekçeyle değil, sadece gündemi elimde tutabilmek için yapacağım.

Tansu Çiller’in gözleri
Tansu Çiller’in gözlerinin ne renk olduğuna hiç dikkat etmediğimi fark ettim geçen gün.

Deniz Baykal, koalisyon pazarlığı sırasında Tansu Çiller’in gözlerine baktığını söylemese daha epeyce uzun bir süre de merak etmeyecektim büyük bir ihtimalle.

Her halde sizler de bilmiyorsunuz, Başbakan’ın gözlerinin ne renk olduğunu.

Ela mı, yoksa kahverengi mi fotoğraflardan anlamak pek mümkün değil.

Ama benim esas sevdiğim renk olan yeşil olmadığı da kesin.

Ancak kadın gözünün renginden ziyade ifadesi önemlidir diye düşünüyorum.

Ve ne renk olurlarsa olsunlar, bütün kadın gözlerinin bazı genellemelere izin verecek ortak paydaları olduğuna da inanıyorum.

Deniz Bey’e belki faydası dokunur diye, kadınlar ve onların gözleri üzerine düşüncelerimi dercetmek istiyorum.

Gasset, “bir kadını tanımak istiyorsanız, onun önünde durmak, başka türlü söyleyecek olursak onunla flört etmek gerekir. Onu tanımanın başka bir yolu yoktur. Elektrik konusunda deneyler yapmak ne anlama geliyorsa, kadın konusunda da flört etmek o anlama gelir” diyor.

Demek ki, Deniz Bey’i, Tansu Hanım ile flört ettiğini ihsas ettiği için eleştirenler bu konuda haksızlık ediyorlar. Deniz Bey doğru yapmış.

Ancak bunun yeterli olmadığı da kesin.

Hegelci terminoloji ile ifade edecek olursak, “erkek, bireyselliğini bir kadında geliştirebilir,”
Zaten kadın da kendi gerçek iç dünyasını, kendine özgü olanı ancak ve ancak önünde “bireyselleşebilen” bir erkeğe açabilir.

Kadının karşısında bireyselleşebilen erkek, onun için herhangi bir erkek olmaktan çıkar, özel bir kişilik edinir.

Erkek, seyirci ve herhangi biri olmak konumundan, bireysel ilişkiye flört ile geçebilir.

Bir flörte başlamak, gizli kapaklı bir ruhsal iletişimde bulunmaya bir çağrıdır.

Flört, bu nedenle, kadının yüzeydeki kişiliğini örten maskeyi kaldırır.

Kadının içindeki gerçek yüzü, bulutların arasından yavaşça süzülen ay gibi ortaya çıkar. Ve erkeğe kendisini sergilemeye başlar.

Bu nedenle gözlerinin içine ne kadar bakarsanız bakınız, gözlerinin size yansıttığı şey hiçbir zaman kadının kendisi olamaz.

Örneğimizde de Tansu Hanım için “bireyselleşen erkek” Deniz Bey değil de Özer Bey olduğuna göre, Deniz Bey’in biraz boş işlerle iştigal ettiğini söylemek haksızlık olmaz.